28 Ocak 2012 Cumartesi

İTHAF


       Evrende var olan dizaynı görüp, gelip geçici bir gurbete düşürülmüş olduğunun bilincindekilere;
Hal ve hareketlerini bu duruma göre tanzim ederek "güzel eylemler” sergileyenlere;
Sorumluluğunun idrakinde olanlara;
Hatasını kabullenerek, aff dileyenlere;
"Şeytan" denen “virüssel yasayı” tanıyanlara; 
Şeytansal alandaki  kaderi=yazılımı tanıyarak, hatasını tekrarlamayanlara;
İthaf olunur, bu naçizane kitap!

                                                                                                                        
                                              Mehmet DURAN

1- GİRİŞ

1- GİRİŞ


            Bu kitaba “Gurbetteki Vekil” adını vermişliğimizdeki kasıt insan ve insanlıktır. O C.Allah’tan gelen ve yeryüzü gurbetine düşürülerek rabbe kul, daha doğrusu vekil edilmek hususunda mecbur kılınmıştır. Bu durum yasadır. Tabiatsal ve evrensel bir yasa daha doğrucası… İşletilir, işler ve zorunlu sonuçlar ortaya çıkarır.
            Demek istiyorum ki insanlık bu hususta bir yasal zorunlulukla karşı karşıyadır. Çünkü kederlemesi yapılmıştır bu konunun.
            “Kaderleme” tabiriyle kastettiğimiz, durumun tabiatsal bir yasa olarak ortaya çıkmış, çıkarılmış ve kat’i sonuçlar veriyor olduğunu anlatmaktır.
            Buradan hareketle de bu kitapta merkezi ve ağırlıklı ünite olarak “kader” konusunu çalıştık. Bu alanda dinsel çevrelerde “cıs” edilen bazı konulara derinlemesine ve elimizden geldiğince dokunduk, farklı ve anlaşılır açıklamalar yaptık.
            Devamında ise “tövbe, şeytan, ruh, cennet, cehennem, vb. konularına da girdik. Girdik ama “kader” konusunun alın yazgısı olmadığını izah ettikten sonra ortaya çıkan bir perspektiften bakarak yaptık bunu.
Buradaki açıklamalarımızda daha ziyade Üniversite gençliğini hedef kitle olarak düşündüysek de özellikle kader ve kader’in işleyişini anlamak ve anlatmaya çabaladık. Bu konuyu inançlı, inansız, şüpheli ve şüpheci herkesçe mutlaka okuması gereken bir çalışma ortaya koyduğumuza ve bu alanda büyük bir boşluğu dolduğumuza inanıyoruz.
Umarım ki durum anlattığım gibidir durum. Ve sizlere faydalı olur bu çalışma. Ve yine umarım ki Allah zayi etmez emeklerimizi… Muhtemel hatalarımızı da affeder...
Selam, saygı, sevgi ve hakkımda hayır dualarınıza dair beklentilerimle…

ÖZÜR VE AÇIKLAMA:

ÖZÜR VE AÇIKLAMA:


Sn. okuyucularım, seri mahiyetteki kitaplarım olan bu “Nikah Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu ve Kördöğüşü” adlı çalışmalarımın ayrı ayrı her birinin içeriğinde de açıkladığım ve sizler tarafından da görüleceği üzere bu çalışmayı çalakalem yaptım.
Hemen hemen hiçbir kaynağa başvurmadım. Sadece Kuran’dan bazı ayetler için meallere müracaat ettim ki daha doğru bir anlam elde etmiş olabileyim… Bu ayetleri de açıklamak veya yorumlamak gayretinde olmadım. Zaten “ayet” demeğin manası, adı üzerinde “kanıt” demek olmakla, ben de o türden kanıtları görüşlerime dayanak, yani kanıt edindim. Sadece ve sadece yılların birikimi ile özgün yorumlarımdan yararlandım. Bu nedenle de “54 Yıldan Bir Bakış…?” dedim.
Yazarken hiçbir konuda hiçbir kaygı ve çekince duymadım. Sadece kitaptaki anlatım sıkıcı olmayıp, içten, ilginç, akıcı ve çekici olsun istedim. Bu nedenle yazım aşamasının tamamında kitabı yüzlerce kişiye okutup test ettim. Hepsinden de olumlu intibalar aldım. İnşallah bu çalışma umduğum toplumsal yararı sağlar. Zaten bu çalışmadan toplumsal fayda dışında bir beklentim de olmadı.
Kitabıma, “iyi,güzel ve mutlak doğru görüşlerden oluşuyor.” demiyorum ama aklınıza gelebilecek her yönüyle özgün ve benzersiz ve örneği olmayan bir çalışma yani her yönüyle bir çok ilki içinde bulunduran bir çalışma olduğunu ısrarla söylüyorum.
Durum böyle olunca kitabın yazımında, imlasında ve düzeltme çalışmalarında kimseden yardım almadım. Daha doğrusu alamadım. Çünkü demek istediklerim çoğunlukla farklı ve özgündü. Bense bu durum karşısında zorunlu olarak yükü yalnız yüklenmek zorunda kaldım.
Böylece ister istemez bazı imla ve anlatım bozuklukları oldu. Belki fazlaca oldu… Fakat bunu önemsemedim. Çünkü bu çalışma bir edebi eser olmadığı gibi dilbilgisi veya imla kitabı hiç değildir. Ben sadece asıl demek istediğimi, demek istediğim doğrultuda söylemeye çalıştım. Fakat demek istediğimin farklılığı karşısında ister istemez zaman zaman mutlaka anlatım bozuklukları oldu. Hatta başka türlü anlatma imkanı olmadı..
Fakat burada önemli bir konu var ki o da, bazı cümleleri kurarken cümlenin kelime yerlerini yüzlerce kez aynı cümle içinde yer değiştirdim. Yine de hem istediğimi ifade etmekte zorlandım, hem de belki de anlatım bozuklukları oluşturdum. Dolayısıyla hem ifade, hem imla, hem de kural bozulması ister istemez oldu. Ne var ki bunu çoğu zaman bilerek yaptım. Bilerek imla kurallarına aykırı davrandım. Çünkü maksadımı ancak öyle anlatabildim. Dolayısıyla her imla ve anlatım hatası gibi görebileceğiniz yerleri bir hata olarak görmeyiniz. Benim onu öyle kullanma ve o yolla anlatmaya çabaladığım ana ve asıl anlama erişme gayretimi, yani asıl anlatmaya çalıştığımı algılamaya çalışınız lütfen…
Aynı cümleden olarak şunu da eklemeliyim ki maksadımı ortaya koyabilmek için ister istemez dilimizin ana kuralları çerçevesinde henüz kullanılmamış bazı kelimeler türetip kullandım. Kullandım çünkü maksadımı ancak o kelimelerle ve yanlış zannedilebilecek imla uygulamalarıyla anlatmaya çabaladım; yada anlatabildim.
Kitabı bu açıklamalarımı nazara alarak okumanızı ve kitaptaki her türlü hata ve yorum için beni hoş görmenizi bekliyorum. Özellikle bariz (açık) harf ve kelime eksiklik, fazlalık yada hatalarımla imla yanlışlarımı görün ama benim adıma görmezden geliniz… Şimdilik elimden bu geldi…!
Bir önemli konu daha var ki, bu kitaplar serisinde (Nikâh Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu ve Kördöğüşü adlı çalışmalarda) zaman zaman, hatta bazen ağırlıkla dinsel konulara girmiş olsam da kitaplar bir din kitabı da değildirler. Dinsel konular, sosyal hayatımızın vazgeçilmezlerinden oldukları için sosyal hayatımızda karşılaşılan sorunların çözümlerine katkı yapabilmek bakımından irdelendi. Kitaplarda irdelenen hiçbir görüşte dayatma yoktur; görüşler sadece önermelerden ve işin uzmanı bilimsel çevreleri sorunlar karşısında daha yapıcı çözümler üretmeye ve tartışmaya davetten ibarettir.
Ve bu seri kitaplarım sorunu ortaya koymaktan ziyade çözüm önerilerini ortaya koyan çalışmalardır.
Sizlere iyi okumalar mutlu yarınlar dilerken gerçek başarıyı yakalamamız hususunda Allah’ın yardımı hepimizin üzerine olsun diyorum. 

54 YILDAN BİR BAKIŞ:

54 YILDAN BİR BAKIŞ:

Ben; 1954 yılında  “Ot ile Ekinin” arasında, yani ot biçim mevsimi bitip de, ekin biçim mevsimi başladığı sıralarda, Konya. Bozkır. Yelbeği Köyü’nde doğmuşum.
 Vefasız Kaldığım Aşkımdan (Köy’ümden) Bir Görünüş:
Güzel Köy’ümden Bir Kış manzarası
 (Taştekne, Söğüt, Kavak ve Ardıcımız):
Birçok insanda da bulunduğu gibi, büyük bir aşk, tutku  derecesinde severim ben köyümü. Adı bile titretir gönlümü….! Gittiğim zamanlarda, saatlerce dalar seyrederim, bir tek ardıcını yada meşesini…
“Köyümüz Yelbeği ve Kuyularımızın Birinden Görünüm”

Çünkü orada karılmış mayam...
Ve, orada yatar tüm eba ve ecdadım…!
Benim “Poşulu” lakaplı bir dayım vardır….
         Eğitmenimiz ve Çatak Üniversitemiz:
O bir zamanlar İzmir’e gelmiş ve çok beğenmiş…
Lakin; “Köyümü terk ettim; vilayetimi terk etmem…” demiş. Ben de; bırakın köyümü,  ilimin dışında yaşamak zorunda kaldım ömrümün çoğunu…! İşte o yüzden ben, hiç olmazsa asla terk etmek istemem, bari ülkemi! Çünkü O’nu da aşk derecesinde severim ve  insanımı.
                      
              Yelbeği Köyü Çatak Üniversitesi (İlkokulu):

        İlkokula 1961 yılında, köyümüzün Çatak Mevkii’ndeki “Çatak Üniversitesinde” (ilkokulumuz) başladım. 1966 yılında da bitirdim. Temel bilgi ve değerlerimin çoğu buradan aldığım eğitim öğretime dayanır.                                              
                               
 İvriz’in 3. Sınıfındayken Çerez Niyetine Cebimin Kuru Ekmeği:
Üniversitemizden İlkokul diplomamı aldığım yıl, Köy Enstitüsü kökenli İvriz İlköğretmen  Okulu’na girdim. Altı yıllık yoğun bir eğitim öğretimden sonra:
          1972 yılı Ağustos başında, Ağrı, Tutak, Damlakaya (Meter) Köyü ve köyün  İlkokulu’ndaki sınıf öğretmenliğine,  pardon hayat okuluma başladım.





Ağrı, Tutak, Damlakakaya, (Meter)  Köyü İlkokulu:

          Ben, bir yerlerde pek fazla duramam. O nedenle; Ülkemizin doğusundan batısına, pek çok yerde çalıştım. Bunlardan biri olan, İzmir, Torbalı, Bozköy  Köyü ile İlkokulunda  “hayat okulu öğrenimimi” sürdürmekteydim ki; Birden bire; yaptığım işlerle, okuduğum okumaların bana pek yetmediğini fark ettim. Bu fark ediş üzerine kendimi yenileme ihtiyacı duydum.
          Öğretmenliği bırakmadan gidebileceğim tek okul, Hukuk Fakültesiydi. Girdiğim sınavlar sonucunda, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. 1989 yılında da mezun oldum.
          Avukatlık stajını İzmir’de tamamladıktan sonra, öğretmenlikten emekli olmama 7 yıl gibi kritik bir zaman kalmıştı. İki işten birisini tercih etmek de mahsurluydu. Durum bu olunca  her iki mesleği de 7 yıl birlikte yürütmek zorunda kaldım. Ama çok yoruldum.
           Öğretmen olarak emekli olduktan sonra birkaç yıl daha avukatlığa devam ettiysem de yan gelip yatmak, gezip tozmak, gönlün istediğini, kafanın estiğini yapmak bana daha cazip göründü.
            Ben de aldım cüppeyi, çıktım dışarı... Gönlü ve kafayı tamamen serbest bıraktım.  Çıkış, o çıkış… Gezip tozmanın hakkını verdim evvel Allah!
             Bu arada tek bir şey yapmaya çalıştım. O da;
Elimden geldiğince kendi kendimin hakkından gelmeye, yani kendimi eğitmeye,
            Pardon; terbiye etmeye çalışmaktı.
             Nihayet, sanırım belki biraz olsun terbiye olduğumu düşünmekteyim ki:
           Nasip oldu; avukatlık büromu ikinci kez olmak üzere; İzmir, Torbalı’da açtım.
          Bu açılışta, sırayla ve birbirleriyle bağlantılı olacak şekilde beş şeyi hedef edindim kendime…
Bunlar:
        - Haklının hak olan, hakkını aramak…!
        - Bu yoldan Hakk olan, Hakk’ı aramak…!
        - Haklıya bir dost kapısı aralamak…!
        - Haksızın karşısına bir kale dikmek…!
        - Eh, burasını bir dost kapısı edinenlerden bu çarkı döndürecek kadar bir parayı aramak…

                   *******************************
         Gerçi bu kitap işini de dert etmiştik başımıza. Ancak bu benim, ta İvriz İlköğretmen Okulu’ndan beri ukdemdi. Orada nice şiirler yazmış, okumuştum. Ve en güzel hep ben okumuştum Arkadaşlarım bilirler; hem şiir yazma, hem de okuma yarışmalarının tek favorisi bendim. Ayrıca öykü ve romanın da hakkından gelirdim. Özellikle; “Yırgar” adlı şiir kitabımdaki şiirler okul arkadaşlarımın hatıra defterlerini süsler, ezberlerini işgal ederdi. Ayrıca dağlarda yaşayan, okul görmemiş, her şeyi yaşayarak öğrenmek zorunda kalmış ama hatalarını bilmiş bir cezaevi kaçağıyla, dağlarda karşılaştıkça yaptığımız sohbetleri romanlaştıran “Kaçak”; yine rahmetli dedem; Konya-Bozkır ilçesi Mudafaa-i Hukuk Teşkilatı’nın kurucu üye ve köyler temsilcilerinden, zamanın Yelbeği Köyü Muhtarı, ilginç, önder ve cesur kişilik; Delimam’ın hayıtından alıntılar yapan “Delimam” adlı roman çalışmalarım öğretmen ve öğrenciler arasında okunurdu. Ve de pek meşhurdu.
           Kitap taslakları elime ara sıra gelir, devamı niteliğinde bir şeyler yazdığım anda elimden çıkar, İvriz’li okuyucularımı şöyle bir kolaçan eder, yine bana gelir, bu çalışmalar elden ele dolaşır ve böylece sürer giderdi. O günün şartlarında bu; arkası yarın gibi bir şeydi…
         Kendimi insanlığa faydalı olmak adına kitaplar yazmaya, bu yolda tanınmaya ve bilinmeye hep hazır bulurdum. Aynı şekilde bunu benden, beni tanıyan tüm İvrizliler de beklerdi.Ama kendimizi hayat gailesine kaptırdık.
       Bu gaile bugüne dek elvermedi buna! Yukarıda sözünü ettiğim üç adet, adeta bitmiş durumdaki kitabım zamanın tozlu yollarında kaybolup gitti! Ve tam 35 yıl beklemek gerekti! Belki bu bir zaaftı, belki de doğru zaman değildi… Bilmiyorum…


İlk Romanımın Kahramanı Delimam (Mehmet) Dedem 1928 Yılında:


         Nihayet elinizdeki ana adı ”Çürüme” olan bu kitap, anlaşılacağı üzere bereketli başladı ve “Nikâh Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu ve Kördöğüşü” adlı hem birbirinden bağımsız, hem de birbiriyle ilintili beş kitap halini aldı.
Çalışma henüz bitmeden gerisinde iki, hatta üç kitap taslağı daha bıraktı.
Bu çalışmaya 2006 başlarında giriştim; geceli gündüzlü bir çalışmayla onca eksikliğine rağmen, apar topar Mart 2008 sonlarında şimdilik kaydıyla el çektim.
 Burada “54 Yıldan Birkaç Satır” demekteki kastım; 54 yıldan geriye doğru baktığımda gördüklerime işarettir. Bunları sizlerle paylaşmak istedim…
Anılan beş kitabı, tek kapak altında ve hepsini birlikte takdirlerinize sunmak bana dana faydalı göründü. 
Bu çalışmaları yapmaktaki tek gayem; insanlığa faydalı olmaktır.
 Umarım Allah’tan, çabamdan bu fayda oluşur.

HANİFE EBE’M DİYOR Kİ;

          HANİFE EBE’M DİYOR Kİ;

           Bu kitabın yazmaya başladım başlayalı benim pozitif toplumsal aykırılığımı bilen anamı aldı bir tasa; bir kaygı bir telaş ki sormayın gitsin.! Üzüntüden ortalığı velveleye verdi.
           Bana; “Ulan Şaşkın…! Ben seni bilirim, sen şaşkınsın, hem de şaşkının önde gidenisin! “
           “Bu güne dek kimseye benzemeyen hallerin oldu. Zaten ne dediğini,  ne yaptığını anlayan pek olmadı.!”
           “Millet seni dışlayı dışlayı bir haller oldu…!”
           “Şaşkın…! Şaşkın! Yazma o kitabı sakın…!”
           “Vallahi bu sefer seni taşlayacaklar…!”
           “Ekmeğini ye; işine bak!” dedi durdu.   
           Durum Hanife Ebe’min de kulağına gitmiş; geçenlerde elinin asasıyla karşıma çıktı.! Önce bana öğrettiği, namazda okunan kısa surelerle duaları, Amentüyü, Kuran’dan anlattığı hikayeleri nihayet, Mekke Şirkçileri’nin yaptıklarıyla Taif’i hatırlattı… Peygamber Efendimizin Taif’te taşlandığını… Adı güya Müslüman olan nicelerinin Kâbe’yi mancınıklarla taşladığını...! Ve taşlanmaktan Korkmamamı tembihledi.
           “Kendisinin de kitabın arkasında olduğunu, her türlü saldırıyı göze almam gerektiğini, zaten saldırı yaparlarsa, yapacakları saldırının haksız olacağını, bu kitabı yazarken iyi niyetten ve içtenlikten asla taviz vermediğimi, vermeyeceğimi, hep hak  bildiğimin ve haklı gördüğümün yanında olduğumu bildiğini” söyledi.         
            Anam için de; “Telaşlanmasın, işine baksın ve hakkımızda duacı olsun..!” dedi. Devamla;
            “İyi ki yazmaya karar verdin. Arkamızda ölmez bir eser kalacak. İnşallah nice insan faydalanacak, bir kişi bile faydalansa ne büyük nimet burada..!Hem biliyorum senin niyetin ihlaslı. Bir şey olmaz; Söyle anne  hiç tasalanmasın…!”
            “Anlayan anlar, isteyen söver….! Biz zaten hepimiz alıştık buna. Dileyen de gelir seni de taşlar. bizi taşladılar da ne oldu…! Her ne yapan kendine yapar…!”
             “Benim gelinip mektep medrese görmedi, Allah gecinden versin ama gelip burayı da görmedi…! O sadece çevresini gözlemledi; Ve sırf gördüklerinden, duyduklarından okudu hayatı…”
             “Bak yavrum; söyle annene, hiç üzülüp telaşlanmasın! Seni taşlasalar ne olur sanki…? Doğru yola canımız feda…”
             “Hem bu dünyada nice insan, sırf haklı oldukları için giyotinlerde baş verdi, asıldı can verdi…! Zulüm ve işkence gördü… Sen bunları biliyorsun. Akıllı annene söyle onun da haberi olsun...!?”
             “Hepimiz biliyoruz ki, biz şaşkın falan değiliz Hem Kuran’ı devamlı Arapça’dan okudukları için pek anlayamadıkları, O Yasin Suresi’nde anlatılan ve gerçek şaşkınlarca, daha doğrusu sapkınlarca  taşlanan Allah dostu Neccar’ı unutma!”
            “Hem biz ne yapmış, ne yapabilmişiz ki…?
            Onlardan hiç birinin ayağının tozu dahi değiliz! Dua edin ve inşallah, o yolların fakir bir yolcusu olun..!” 
            “De ki;
          “Allah bizleri de kendi dostlarına yoldaş eder inşallah!”

TEŞEKKÜRLERİM:

TEŞEKKÜRLERİM:
            
A-    Önce;

Tüm hocalarım ve hocalarımız (öğretmen, eğitmen, eğitici, aydın, yol ve yordam göstericilerimiz) olmak üzere ve;
Çocuğunun öğretmenini beğenmeyerek “iyi öğretmen” arayanlara, çocuklarına “yarış atı” muamelesi yapanlara da bir göndermede bulunmak adına;
Köyümüzün Çatak Üniversitesi’nde, ilkokul 1. sınıfı önünde okuduğum, öğrencilerinin eğitim öğretim temellerini en sağlam biçimde atan rahmetli Eğitmen’im, 
Sayın Abdurrahman GÖKER’e,

Bir Ortaokul mezunu olarak Köy’ümüzde 2 yıl vekil öğretmen sıfatıyla çalışan, henüz kendisi küçücük bir çocuk olduğu halde, Eğitmen’imizin de yol göstericiliğiyle bu ulvi mesleği başarıyla yürüten, bizleri ilkokul (Çatak Üniversitemiz) 2. ve 3. sınıftayken okutan, kendisinden çok yararlandığım, Konya, Bozkır, Aslantaş Köyü’nden sevgili öğretmen’im
Sayın Mustafa ŞAHİN Hocama;
      Ayrıca, o sıralar henüz atamasını bekleyen, yanda fotoğrafı görülen ve Köy’ümüzdeki öğretmen yokluğu nedeniyle bizleri, “Köyümüz Çatak Üniversitesinin” (ilkokul) 4. sınıfında ücret almadan okutan ve cami imamı önünde okumaktan kaçan, kaçak Mehmet Duran’a dinini de öğretme ve öğrenme kapısını aralayan, dindar ve  yakışıklı öğretmenim,     Sayın Ali ASLAN Hocama,    
           Ondan teslim alarak, beni gereken bilgiyle donatmak, ayrıca sınav müracaat işlemlerini yerine getiren ve getirmek hususunda  küçücük bedenin aşamadığı engelleri aşarak O’na, İvriz İlköğretmen Okulu’nun kapısını açan, açtırtan değerli öğretmenim, gerçek öğretmen, hukukçu (avukat) noter, DSP’nin Konya, Ereğli ilçe teşkilatı kurucusu ;
           Sayın Suat YENİTÜRK Hocama,
    Ben ve Gerçek bir Öğretmen: Suat YENİTÜRK Hocam.

            Ve Köy’ümün gelmiş geçmiş tüm öğretmenlerine,

B- Ayrıca;

B- Ayrıca;

Ve kişiliğimizi oturtan ve bize öncelikle kendine güven duygusunu yerleştiren; İvriz İlköğretemen Okulundaki gerek benim, gerekse gelmiş geçmiş tüm müdür ve öğretmenlerime ve çalışanlarına;
Hak ve adalet duygusuyla olaylara daha da tarafsız bakabilme yetisini bizlere kazandıran, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin bil cümle ve gelmiş geçmiş Dekan ve Öğretim görevlisi hocalarımla çalışanlarına,
Nihayet ülkemin gerçek aydın ve tüm hakseverlerine, Ve asıl önemlisi ülkemin tüm öğrenicilerine, en içten teşekkürlerimi sunuyor, ellerinden gıyaben öpüyorum. Hakk’a kavuşanlara da Allah’tan rahmetler diliyorum…