25 Aralık 2010 Cumartesi

a- Anlamları:


a- Anlamları:

Genel olarak cennet; gerçek özgürlük, zevk, sefa, huzur mutluluk, ödül ve gerçek nimetlerin ebedi yurdudur!
Cehennem ise; tutukevi, eza, cefa ve bir nevi pişmanhanedir. Bazıları için ebedi, bazıları içinse geçici bir olgunlaşmahanedir.

b- Cennet ve Cehennem Çeşitleri:

b- Cennet ve Cehennem Çeşitleri:

            Cennet ve cehennemin çeşitlerinden Kuran-ı Kerim’de de bahsedilmektedir. Ancak bu çeşitlilik, klasik dinsel öğretilerde, genellikle öldükten sonraya dair olan bir çeşitlilik şeklinde anlaşılmakta ve anlatılmaktadır. Kanaatimce bu çeşitlilik sırf ahiretsel olmasa gerektir. Anlamsal, zamansal, mekansal vb. bir kısım çeşitlilikleri de kapsıyor olmalıdır.
            Biliyoruz ki bu kavramlar çoğu kez mecaz olarak kullanılmaktadırlar. Ahretin cennet ve cehennemleri olduğu gibi, bu alemin de cennet ve cehennemleri vardır. Bu konu üzerinde birazcık düşünüvermek bize, gerek maddesel, gerekse manâsal anlamlı nice dünya cennetleriyle cehennemlerini gösterecektir. Bilindiği üzere bunlar sonsuz ve sınırsız değildirler. Adı üzerinde sınırlı ve gelip geçici, yani dünyasaldırlar. Zamana, mekana, anlamına vs. farklı boyutlarına göre değişkenlik göstermektedirler. Bu durum, özellikle insan açısından böyledir. Öyle ya, cennet yada cehennem, bazen insanın kendi öz ruhunda, kazandığı anlamda, bazen belirli bir zamanda, mekanda, olayda, olguda yahut varlıkta, hatta yokluktadır.
Dünyasal, daha doğrusu bu alemsel anlamdaki cennet ve cehennemlerin gerek nitelik, gerekse nicelik yönünden nice çeşitlerinin olacağı da gayet açıktır.
Ahiretsel mekanlar ise sonsuz, sınırsız ve ebedidir. Çünkü o kurulum, bu kuruluma benzemez. Buranın kuralları orada geçerli olmayıp, oranın kendine has kurulum ve kuralları olmak gerekmektedir. 
Şu halde Adem’le Havva’nın içinden kovuldukları cennet, acaba fizik ötesi bir cennet, yani öbür alemin cenneti midir, yoksa bu aleme, daha da önemlisi üzerinde yaşadığımız Yerküre’ye ait bir cennet midir.? Maddesel midir, yoksa manâsal mıdır.? Bu cennet, fizik ötesi bir alemin, yahut da bu aleme ait olmakla birlikte erişemediğimiz mekanların bir Cenneti ise, belki buraya ışınlanıp, yahut kim bilir bilmediğimiz bir yol ve yöntemle indirilmişlerdir.!? Belki öyledir; ola bilir de...! Ancak yine de böylesi bir ışınlama, yol yada yöntem hem ihtiyaç, hem mantık, hem de olağan, yani bilim dışıdır. Cenabı Allah’ın Uygulamaları ve yaratmaları ise çoğunlukla olağan iledir. Dediğim gibi hiçbirimiz işin doğrusunu bilmiyoruz.! Tam olarak bilemiyoruz. Kuran-sal bilgiler bize bunu tam olarak açıklamıyor. Sadece dünyasal sınavımıza yetecek kadar kısa açıklamalar yapmakla yetiniyor. Buradaki ayetlerden yararlanılarak yapılan açıklamaların hemen hemen hepsi insan yorumundan ibarettir.
Doğrusu ben daha çok, Onların içinden çıkarılmış oldukları cennetin bu aleme, hatta içinde yaşadığımız bu Yerküre’ye ait, maddesel bir cennet olduğu kanasındayım. Bu konu içinde ileride yapacağım açıklamalarla daha da açığa çıkmış olacaktır.

c- Cennet, Cehennem Kurulmuş mudur?


c- Cennet ve Cehennem Halen Kurulmuş mudur?

            Bu başlık altında sözü edilen cennet ve cehennemler, konu başlığından da anlaşılacağı üzere; öbür aleme, yani öldükten sonra içine dirileceğimiz ahretsel aleme ait olan cennet ve cehennemlerdir. Bunların halihazırda kurulmuş bulunmaları mümkünse de, daha kurulmamış olabilme ihtimalleri daha güçlüdür.! Öyle ya, kurulmuş olsalar işlevsiz ve anlamsız beklemekte olma ihtimalleri vardır. Halbuki evrende iş ve işlevsiz boşuna yaratılmış hiçbir varlık, olay ve olgu yoktur. Gerçi evrenin her hangi bir yerinde, ileride insanların ahiri mekanı, yani cennet ve cehennemi olmanın dışında bir başka iş ve işlev görüyorlardır. Bu da mümkündür. Onu bilemeyiz. Lakin ahret-sel manadaki cennet ve cehennemin anıldığı gibi başkaca bir iş ve işlevi yoksa kendisi de elan kurulu değil, zamanı gelince kurulacak olmalıdır.
Söylediklerimizin aksini kabullenmek, bir anlamıyla C. Allah’ın yaratışlarını tamamladığını, hatta insanlara cennet ve cehennem vaadini bu tamamlık durumu karşısında yaptığını falan sanıp savunmak gibi saçma bir düşünce anlamına gelebilir. Bu tarz bir düşünüş ise; “bir yandan ölçerken, diğer yandan dökmek” gibi bir olguyu ortaya koyar. Netice olarak maazallah bundan, Allah’a acizlik yöneltmek gibi bir anlam da çıkabilir.
            Böylesi bir düşünüş ayrıca C. Allah’ın sürekli yaratmakta (yeri geldikçe, ihtiyaç kadarınca ve yeterince) oluyor olması olgusuyla açıktan açığa çelişmektedir. Allah’ın yaratmakta sürekli oluşu bu alem ile, yani dünyasal hayat ile kesinlikle sınırlı olmasa gerektir. Ki bu durumda O, muhtemelen o alemi henüz yaratmış değilse, yeri ve zamanı geldiğinde, o zamanın şartları ve ihtiyaçları gereğince, kendi ilmi, işin programı, yasası ve kaderince yaratacaktır. Yaratır da.! Hatta dilerse işin kaderlemesini dahi yeniden yapar; ona göre yaratır, yahut dizayn eder.!
            Hem C. Allah Adem ve Havva’yı, yani içinde yaşadığımız bu maddi ve gelip geçici vasıflı dünyanın apaçık bir parçası olan insanı, neden ahret, yani son ve nihayet yurdu olan bir zaman ve mekanda yaratmış olsun ki? Bunun gereği ne ola ki? Hem yukarıda açıkladık. O alem bu aleme benzemez. Sonsuzluk ve sınırsızlık, daha doğrusu insan açısından ebedilik yurdudur orası. Oradan gelen bir bütünlük (insan) buruya uyum sağlayabilir mi? Ki bunun tersi de doğrudur. Yani buradaki yaşam bütünlüğümüz (beden+ruh) zaten peşin peşin ebedi bir ahiret yurduna uyumsuzdur. Öyle ya, tarif edilen o cehennem ateşlerine mevcut bu insan yapısı ne kadar dayanabilir.? Hem cennette baki ve ebedi yaşamı nasıl sürdürebilir.? Demek ki bu uyumsuzluk açıktır. Şu halde konuya daha sağlıklı bir açıklama getirmek gerekecektir. Aslında orada yaratılan şey, elan yaşamımızı sürdürüyor olduğumuz bütünlük değil, biraz sonra açıklamaya çalışacağımız ruhtan başkası değildir. Esasen ruh da C. Allah’ın bizzat kendi ruhundan bir parçadır. İnsan açısından olan, bahse konu mevcut bütünlük, bu alemle uyumlu olacak şekilde ve yine bu alemde sağlanmakta, yani yaratılmaktadır.
            Dolayısıyla Adem ve Havva’nın bu dünyaya, mevcut insan bütünlüğü içinde, öbür alemin cennetinden geldiğini varsaymak da, öbür alemin cennet ve cehenneminin elan kurulu, olup iş ve işlev gördüğünü kabul etmek de pek doğru bir yaklaşım değildir.
Bu açıklamalar karşısında akla; “Madem ki öyledir, şu halde Peygamber Efendimizin Miraç’ta gördüğü cennet ve cehennem manzaraları ile vb. bir kısım anlatılar hakkında ne cevap vereceğiz.?” diye bir soru gelebilir.
Bu soruya cevap olarak; “Belki de bu konunun, yani ahretsel anlamlı cennet ve cehennemin programı, yani yazılımı, yasası kaderi Allah nezdinde vardır ama maddi olarak henüz yoktur; oluşturulmuş değildir..!? Gerek Peygamberimize Miraç esnasında gösterilenler, gerekse kabirde, yani berzah alemindeki oluşlar henüz sanal olmalıdır.!?” diyebiliriz.
Sonuç olarak ilk insanın; şartlar uygun olunca, mevcut yaşam bütünlüğü çerçevesince, içinde yaşadığımız bu Yerküre üzerinde yaratılmış olması akla, bilime ve eşyanın tabiatına yani kadere daha uygun bir düşünce tarzıdır. Sadece ve sadece insanın mayası, özü aslı olan ruh, ahret yurdu ile uyumludur. Oraya aittir. Ne var ki bunun böyle olması dahi ahretsel cennet ve cehennemin elan kurulmuş oluğuna işaret etmez. Sadece vasıf benzerliğine işaret eder.
Ayrıca Cenabı Allah’ın ahretsel cennet ve cehennemi bu Yerküre’yi değiştirip dönüştürerek burada kurabileceğinin de bir ihtimal olduğunu bilmeliyiz. Bu ihtimalin varlığı dahi bahse konu kuruluşun henüz gerçekleşmediğinin bir delilidir. Ayrıca ilk insanın fizik ötesi, yani öbür aleme ait bir cennet hayatından değil, bu aleme ait bir cennet hayatından çıkarılmış olma ihtimalinin de…!
İlk insanın fizik ötesi bir alemin cennetinden çıkarılmış olduğunu kabullensek dahi, bu çıkarılışın, insanın mevcut bu alemsel bütünlüğünü haiz olarak çıkarıldığını düşünmemek gerekir. O çıkarılış olsa olsa, konuya dair ruhun, yani yasanın, kederin, programın çıkarılışı olsa gerektir. Buna bağlı olarak da sanal bir çıkarılış olmalıdır. Yine de gerek ayetlere, gerekse akla, bilime uygun kabul, çıkarılma hadisesinin dünyasal bir cennetten olduğu, ahretsel cennet ve cehennemin ise henüz kurulmamış bulunduğu yönünde olacaktır.
Şimdilik bu kadarla yetinip, konuların daha iyi anlaşılmasını ileriki konularımıza bırakıyoruz.

            *****************

Ne var ki Cennet ve Cehennemin hala hazır mevcut oluyor olmuşluğu da mümkündür.  Bu mümkünat zaman kavramının mahlûk, yani yarıtılmış olması, bizlerin onun akışıyla mukayyet bulunmamız, xcenabı Allah'ın ise bu yaratılmışlığın daühi dişinde ve fevkinde olmasıyla alâkalıdır. Daha doğrusu konunun bu yönü anlaşılınca cennet ve cehennemen hali hazır kurulu ve mevcut olduğunu da kubullenmek dumunda oluruz. Daha da öteye gider, kendimizin nereye cennete veya cehennemie erişmişliğimiz daha elan mevcut olmuş olabilir.
Nasıl mı?
ve Allah'ın

          
Adem bir çok olmalıdır. Adem semboldür ve tektir. Ancak insan anlamında tekliği ifade eder.
Bir erkek ve dişiden (Adem ve Havva’dan) yaratılmış olmak bir tek l iği değil, yani sayıyı değil işaret zamiridir. Bir kişi geçti= 1 tak kişi geçti,  kişi geçti= herhangi bir kişi geçti, bilmediğim birileri geçti gibi.
Bunlar belki de genel addır.
Bir kadınla bir erkekten yaratılmış olmak
Belki de programı vardır da kendisi maddi olarak yoktur.

G

E

CA

SONSÖZ


Tek seferde, çoklu bir uğraşla oluşturduğumuz; “Nikâh Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil”, Sabır Bozgunu,  ve Kördöğüşü” adlı bu çalışmalarımızda;
Basit görülerek üzerinde durulmayan kavram kargaşalarının, bizi bize yabancılaştırıp, düşüncelerimizi karman çorman etmek suretiyle sorunlarımızı bilemez hale soktuğundan, böylece gerçeklerin örtüldüğünden, bu örtünün gizlediği toplumsal “Çürüme’ye” bağlı olarak yürüttüğümüz “ kördöğüşünden” bahsettik.
Bu anlamdaki bilinçsizliği gidermeye, konu örtünün kaldırılması gereği ile kaldırabilme yollarını göstermeye, bu amaca hizmet edecek bir tartışma ortamı oluşturmaya, gerçeği örten örtüyü kaldırıp “Gurbetteki Vekil” sıfatındaki insanın sorunlarına çözümü bu yönden bulmaya çabaladık. Bunu yaparken, erdemli insanların gösterdiği yoldan gitmeye çalıştık. Nihayet “Gurbetteki Vekil’e”; “Sorunun kaynağını gör.” dedik.
Mevlana’nın, “Artık yeni şeyler söylemek lazım cancağızım.” dediği misal, hemen hemen hiç söylenmemiş fikirler söylemeye uğraştık. Bu çalışmalar tür, içerik, anlatım vs. birçok yönden kendine özgü, ilginç bir çalışma oldu. İşin doğası gereği radikal yorumlar yaptıysak da asla insanlığın temel bulgularına aykırı görüşler öne sürmedik. İnsanı, insanlığı ve erdemi savunduk! Yozlaşmanın her türünü ve her alanda oluşturduğumuz çeteleşmeyi reddettik! Sansasyon ve çıkar aramadık; çıkarcılığa karşı durduk! Art niyet gütmedik. Normali, olağanda aradık. Aradığımız tek çıkar, Allah rızası oldu.
Bunu yaparken tam ortaya durduk, her yöne baktık.! Tuttuk bir de her yönden baktık.!
Aradığımız toplumsal faydaya erişebilmek adına, örnekleme yoluyla dikkatlerden kaçan oldukça çarpıcı konuları irdeledik. Böylece konu kitapların, bırakın her sayfasını, her paragrafı dahi bir faydayı sağlar, bir erdemi savunur hale geldi!
Ortaya çıkan beş kitabın her biri, konuları bakımından diğerinden bağımsız olmakla birlikte, çıkış noktası açısından birbirleriyle ilintilidirler.
Sanırım bu çalışmalar hepimize yararlı olacaktır.


                                                      Av. Mehmet DURAN

s

j

z

z

c4

vb

dx

b