28 Ocak 2012 Cumartesi

B- Ameli Salihin Tanımı:

            B- Ameli Salihin Tanımı:

“Güzel olan her türden ibadetin, eylem ve davranışın genel toplamı, toplanma yeri ve bir başka deyişle ameli salih, tüm insanlığın müspet manadaki ibadetleri toplamının genel adıdır...!” şeklinde olduğuna göre;
             Bakara Suresi: 62. Ayet çerçevesindeki  herkes, dış görünümü ve adı ne olursa olsun, biz onu hangi millete ve dine mensup görürsek görelim, o kimse Müslüman’dır. Ve Cenneti bulacaktır.
             Çünkü farklı toplumların müspet anlamdaki ibadetlerinden olan, farklı biçimdeki şekli ibadetleri, özü itibariyle Allah’a yöneliş olarak tezahür ettikten sonradır ki artık, müspet ibadetin ana şekli olan, “Ameli Salih” boyutuna yükselir. İnkılap eder. Yeter ki sergilenen eylemle aranan şey Allah rızası olsun…. Durum böyle olunca her eylem güzel eylemler biçimini alır; vasfını kazanır… Bu tarz müspet ibadetlerin cümlesi zaten ameli salih kapsamındadır. Daha farklı bir anlatımla ameli salih, tüm güzel eylemleri, yani müspet ibadetlerin tamamını kendi içinde barındırır. Her güzel eylem de ameli salih olur.
             Biz en son inzal olunan Kuran’ı  ve onun peygamberini takip ediyoruz. Bu din, Atatürk’ün de dediği gibi: En son ve en mükemmel dindir. Dolayısıyla bu kitap ve Peygamberimiz Hz Muhammed takip edilerek cennete elbette en kolay yoldan varılır. Bu varış, “Sadece bu yoldan varılır.” şeklinde anlaşılırsa yanlış olur. Elbette cennete halihazır dünya üzerinde yaşanan başkaca dinler yoluyla da varılır. Farklı yorumlar Kuran’ın andığımız Bakara 62. ayet hükmü ile çelişir.
Nitekim Kuran’da bahsi geçen ve ehli mensuplarının Müslümanlara dönük olarak, “Cennete siz gidemezsin; ancak biz gideriz…(!)” yollu itirazlarına verilen cevapta, Onların, yani Musevilerin cennete gidemeyeceği söylenmemiş, kimlerin cennete gideceği açıklanmıştır. Dolaylı olarak cennete Muhammedi din mensuplarının da gideceği söylenmiştir. Bu durum dahi görüşümüzü kanıtlar mahiyettedir.
Bakınız ilgili ayetler: Bakınız bu konuda Bakara Suresi; 111 ve 112. ayetlerde ne deniyor?
“ (Ehli kitap) Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen onlara: Sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.”
“Bilakis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse onun ecri Rabb’i katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır; ne de üzüntü çekerler.”
            Ayrıca hepimiz biliyoruz ki cennete varmanın nedeni ibadetler olmayıp imandır. İbadetler ise ister müspet, ister menfi olsun, kişilerdeki imanların korunması veya silinmesiyle alakalıdır.
Ameli salih, kişilerin imanlarını güçlü bir korumaya alır. Yani imanın kalkanı, koruyucusu olur…! Güzel eylemleri bulunmayan bir kuldaki iman korunmasız kalır. İşin daha ötesi olan kötü amel, eylem, ibadet, günah ise kalpteki imanın silinmesine neden olur.
Yani buradan da anlaşılacağı üzere cennete gidiş yolu, illa ki iman ve güzel eylemden geçer. Farklı bir anlatımla bu vasıfları taşıyan her kul cennete gider.
             Bu açıklamalarım çerçevesinde, bizim kendilerine, Musevi, Hıristiyan yada kendisine kitap erişmemiş dediğimiz her hangi bir toplumdan, cennete giden insan bulunmaz diyebilme imkanımız yoktur. Elbette o toplumlar içinden de cennete gidenler bulunacaktır.

                          *****************

             Şimdi bir kısım çevreler bu yazdıklarıma hemen itiraz edecek ve: “Hayır olmaz. Çünkü Kuran, o senin bahsini ettiğin kitaplarının hükmünü ortadan kaldırdı. Dolayısıyla o hükmü kalkan kitapların takipçileri, hele hele kendisine kitap erişmemiş toplumların fertleri asla cennete gidemez. Sen yanılıyorsun.” diyecekler…
             Ben de onlara:  “Madem öyle ama ben bu sözü söylerken, Kuran’ın hükmüne  (Bakara: 62 ye) dayanıyorum.” diyeceğim.
             Siz ise, o hükmü iptal etmeye ve yok saymaya çalışacaksınız. Orada anılan kişilerin cennete gidebilmeleri için kendiliğinizden bazı şartlar dayatacaksınız. “Ancak sonradan Müslüman olursa….” falan diyeceksiniz.
             Ben de size:
             “Bu hüküm karşısında onlar zaten Müslüman’dır. Allah dileseydi, sizin dediğiniz gibi diyemez miydi? Öyle dememiş olup da Kuran’daki gibi demiş olmasının hiç mi anlamı yok?” diyeceğim.
             Daha da öteye gidip sizleri; tevil yoluyla Kuran’a, kendiliğinizden bazı görüş ve hükümler eklemek, bu yolla Kuran’ın bazı hükümlerini iptal etmeye kalkışmakla suçlayacağım.
            Yine bu noktada sizlere; “Kitaplarını bozmuşlardır, tahrif etmişlerdir,” diye suçladığınız kişilerle aynı  konumda olduğunuzu söyleyeceğim. Ve: “Peki, Asr Suresi’nin ayetleri de mi mensuhtur, yani hükümden kaldırılmıştır?” diye soracağım…! Sanırım buna pek itiraz edemeyeceksiniz.
             Surenin anlamına girmeden önce; bu suredeki hitabın, tüm insanlara ve insanlığa yöneltilmiş olduğuna işaret etmek isterim. Bu durum konuyu anlamak bakımından oldukça çarpıcıdır. Kaldı ki, Bakara  Suresi: 62. Ayet sadece kendilerine kitap gönderilmiş, yada kitap erişmemiş kişi ve toplumlara yöneliyordu. Yine de oradaki yöneliş toplamının, tüm insanlığı kapsamış olacağı unutulmamalıdır. Bakınız, Asr Suresinde ne deniyor?
              “Asra (yüzyıl, ikindi vakti) yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bu ziyandan ancak iman edip, güzel eylemler sergileyenler  (Ameli Salih üzere olanlar), birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerle sabredenler müstesnadır.” (sabrı olumsuza karşı dik duruş olarak algılamalıyız. Tahammül etmek, katlanmak anlamında değil…)
            Bu sureden de anlaşılacağı gibi ziyandan kurtuluşun, bir başka deyişle dünya sınavından başarıyla çıkışın ve böylece de cennete gidişin yolu;
            a-Allah’a ortak koşulmadan yapılan, şirksiz ve tertemiz  bir iman
            b-Ameli Salih, güzel eylemler sergilemektir. Sabır ve hakkı gözetmek kavramları ise zaten ameli salih içinde mündemiçtir, yani yazılmış, kayda geçmiş bir şekilde mevcuttur.
Bu hususa dair bir cevabım da; Maide Suresi, 65, 66, 68 ve 69. ayetler olacaktır:
Ayet:65 “Eğer ehli kitap iman edip sakınsalardı, herhalde kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.”
Hemen ve öncelikle belirteyim ki, burada sözü geçen “sakınmanın” anlamı Bakara 62. ayetin çerçevesine dahil olmaktan başka bir şey değildir. Yeni ayrıca bu ayette geçmiş zaman kipi kullanılmış olması, bu ayetin şimdiki ve gelecek zamanı kapsamadığı anlamına gelmez. Tam aksine şimdiki zamana da, gelecek zamana da şamil olduğunu gösterir. Demek ki elan bu ayet (bakara:62) çerçevesine giren herkes etiketi ne olursa olsun Müslüman olmuş oluyor. Ve işi neticesini zaten ayetin devamı söylüyor.
Ayet 66: “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı,hem üstlerinden hem de ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan aşırılığa kaçmayan bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür.”
Ayet 68: “Ey kitap ehli! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça doğru bir şey üzerinde değilsinizdir, de.” Rabbinden sana indirilen onların çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır.Kafirler topluğuna üzülme.”
Ayet 69: ”İman edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.”
Şimdi de Hac Suresi ayet 17:
“Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir”
Ayetler açıktır. Çarpıtmaya gerek yoktur. Dikkat edilirse burada söz edilen zümre mensuplarının hepsi toptan cehennemlik falan değildir. Aralarında gerçek kurtuluşa erecek olanlar vardır. Bunu ayıracak olan ise elbet Allah’tır.
Tüm bu anlatımlarımızdan hala ikna olmayan varsa, 1895- 1975 yılları arasında Trabzon Bölgesi’nde yaşamış ve o havalede meşhur, Sayın Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün de hocası olan Büyük alim; Mustafa Cansız Hoca’dan buraya bir alıntı yapalım ki; belki faydası olur…!

Edison Cennete Gidecek mi?
Cansız Hoca’nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca’ya:
- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.
— Sen Edison’un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?
— O bizim Peygamber’e inanmadı. Onun için cennete giremez.
 Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir:
"Bakara suresinin 62. ayetinde şöyle der: Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah’a ve ahiret gününe inanıp Salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir, der. Yani, bu ayette Allah insanlara Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük âlimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison’un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun?"
Ancak adam ikna olmamış. İlla cehenneme gidecek, diye ısrar edince Cansız Hoca sinirlenmiş. Şu cevabı vermiş:
 "Allah, senin gibi beş milyon eşşeoğlueşşeği cennete koyacağına bir Edison’u koysun daha kârlıdır."
Bilmem ki anlaşıldı mı efendim?
            Hala itirazlarınız devam ediyorsa bir cevabım daha olacaktır. Belki bu cevap itirazsı olanları ikna eder ya da aklına bir soru işareti düşürür…! O da Kuran’ın herkese ve her topluma tebliğinin erişip erişmediği hususundadır.
            Bu konuya evvela kendi açımdan girmek istiyorum. Doğrusu İncil’i ve Tevrat’ı hiç okumadım. Bunu okumayış sebebim daha çok o kitapların tahrif edilmiş olduklarına dair olarak içinde yaşadığım toplumumuzdan duyduğum ve inandığım kulaktan dolma bilgilerdir. Bu bilgiler nedeniyle oluşan ön yargımdır. Yoksa o kitapların bozulmuşluğu hakkındaki fikrim, kendi bilgime dayanmaz. Durum bu olunca konu kitaplar hakkında doğrudan doğruya kendi bilgime dayanarak kanaat edinme yolum toplumumuz tarafından bir nevi engellenmiş oluyor. Yani toplumumuzun bu konudaki bilgisine olan inanmışlığım, bilgiye doğrudan doğruya erişmek hususunda beni perdelemiş oluyor. Aslında burada cebri bir engel elbette yoktur. Fakat bu engel; toplumsal, fiili, psikolojik vs. türdendir. Ancak ben kendi inancımın ve Kuran’ın doğruluğuna inanıyor ve güveniyorum.
           Yaptığım bu  tespitten sonra, falanca devlette yada toplumda yaşayan örneğin “A” kişisinin, dinsel inanç açısından durumu ne olacaktır? O’na Kuran tebliğ edilmiş yada erişebilmiş sayılacak mıdır? İletişimin bunca yaygınlaşmasını falan öne sürmeyin!   Bunca bilgi kirliliği ile maniplasyonu ne yapacaksınız? Bu noktada hiç yalpalamayalım!
Burada tek kabul etmemiz gereken şey, Kuran’ın “A” kişisine tebliğ edilememiş olduğu gerçeğidir. O kişiyi yada kişileri Kuran’dan sorumlu tutmamız ve cehenneme gideceğini sanmamız büyük bir yanılgıdır. O kişiler Allah tarafından mutlaka  kendi şarları içinde değerlendirmeye alınacaktır. Bunu böyle bilelim! Duraksamadan kabul edelim ki;
             İşte sözünü ettiğim bu insanlarla birlikte tüm insanlık, yani hepimiz, kendimize hangi adı verirsek verelim, kendimizi hangi dinden sayarsak sayalım, gerek Bakara Suresi 62. ayet, gerekse Asr Suresi ayetlerinde belirtilen şartlarla uyumluysak, Kuran’sal anlamda zaten Müslüman’ız demektir. Aksi düşünce ve değerlendirmelerin yanlış olduğunu kabul etmeliyiz.
Bizim isimlendirmemiz yada vasıflandırmamız çok önemli değildir. Asıl vasıflandırmayı C. Allah yapacaktır. Bunu asla unutmayınız!
            Burada bir de; “Kendini Müslüman olarak tanımladıkları halde, Kültür Müslüman’ı diyebileceğimiz bilinçsiz, hiçbir hal yada eylemi Kuran’a uymayan insanlarla, Kuran’a uyduğunu zannettiği halde şirke bulanan, Kuran’ı tevil eden, çarpıtan insanların durumu ne olacaktır?” diye soracağız!
Bu soruya verilebilecek olan tüm cevaplar savunduğumuz görüşlerin isabetli olduğunu ortaya koyacaktır!
          Demek ki Kuranı’ takip ettiği halde, geçici veya daimi olarak cehenneme gidenler bulunabileceği gibi, başka dinleri takip ettikleri halde sonradan, yada doğrudan doğruya Cennet’e gidenler de bulunabilecektir.
          Yukarıdan beri anlamlarını vere geldiğimiz ayet hükümlerini illa ki geçerli ve baki saymak durumundayız.
          Tüm anlatımlardan çıkaracağımız en önemli sonuç; bizim bu kitapta “müspet ibadet” kavramıyla ifadeye getirdiğimiz dar anlamlı ibadetin toplamı olan “ameli salih” yani erdeme uyumlu güzel eylemler katagorisi içindedir. Ve insana erdeme bu türden eylemler yani ibadetler taşırlar. Yoksa işin şekli o kadar önemli değildir. O nedenle ibadetleri fazla şekle boğmamak, hatta şekilcilik üzerinde anlamamak gerekir. Bu cümle ibadetin her türü, yani gerek menfi, gerek müspet ve, vs. ibadet türleri için de geçerli bir durumdur. Bu geçerliliği anlatabilmek için şöyle bir iki örnek verelim:
            -Kuran’da da bahsi geçen ve Musa Peygamber ile Hızır Aleyhisselamla arasında geçtiği kabul edilen Hızır Aleyhisselamın görünüşte Musa peygambere ters gelen bir kısım eylemleri olmuş olsun.
- Kuranda bahsi geçen, Musa peygamberin dağda rastladığı hiçbir bilimsel yada dinsel mesaja muhatap olamamış bir çobanın, aklı ile bulduğu Allah’a yine aklı ile bulduğu yöntemlerle, en sevdiği yiyeceklerden ikram etmek biçiminde sürdürdüğü ibadetin, Musa Peygamberce beğenilmeyip kendine mesaj edilen (vahyedilen) ibadet biçimlerini öğretmesi, çobanın bu hususa uyamayışı karşısında Musa Peygamberin C. Allah’ın eleştirisine muhatap kalışı olsun.
Not: Bahsini ederek örnek verdiğim konuların detaylarını elbet birçok insan bilmektedir. O nedenle olayların derinliğine girmedim. Ancak bilmeyenler diledikleri takdirde konunun ayrıntılarını ilgili yerlerden elbet öğrenebilirler.
Demek isterim ki; namaz olsun, oruç olsun ve benzerleri olsun işin özü itibariyle tam bir ibadet dahi sayılmayabilirler. Bun daha çok işin şekli boyutudur. Ancak yine bunlarda öz yok demek istemiyorum. Ne var ki tüm bunların temel özelliği insanı erdeme taşıyıcı araçlar olmalarıdır. Yani müspet ibadetin, aslı, özü ve genel toplam yeri olan ameli salihe, yani erdeme, erdemli davranışlara ve erdemli bir ruh yapısına doğru insanı taşıyacak olmalarıdır. Bu durumda insanı işte andığım bu noktaya taşıyacak olan her eylem müspet ibadettir, dolayısıyla “ameli salih torbası” içindeki yerini alır. Demek ki  asıl önemli olan müspet ibadet, ameli salih cümlesinde ve işin özünde gizlidir.
Bu söylediklerimi, insanı cennete yada cehenneme sürükleyen asli şeyin ibadetler olmadığı, iman ve Allah’ın nihai takdiri oluyor bulunduğu gerçeğidir. Ne var ki cenabı Allah’ın ortaya koyduğu yasalar, yani kader; müspet ibadeti bol bol edicilerle, menfi ibadetten elinden geldiğince kaçınıcıların imanlarını korumaktadır. Bunu yapmayanların imanları ise korumasız kalmaktadır.
Nihayet ben, tüm bunların mutlak doğrular olduğu iddiasında değilim; “İşin en iyisini, en doğrusunu ancak Allah bilir.” diyorum..

                   ********************

             Bu noktada konunun farklı bir yönüne, camilerimizde “Dindir.” diye örf, rivayet ve siyaset anlatmanın din anlatmak olmadığına atıf yapmak isterim. Bizde dindar olmak; gelenekçi (örfçü) de olmak şeklinde anlaşılıyor. Bu yanlış bir algılamadır. Kuran takipçisi bir Müslüman asla gelenekçi olamaz. O hep dinamik olur. Yarınlara açık olur. Çünkü Kuran’ın emri budur. Kuran gelenekçiliğe karşıdır. Üstelik kendinden evvelki geleneklerden ziyade, kendi üzerinden oluşturulacak geleneklere ve gelenekçiliğe karşıdır. O hep yalın ve dinamik kalmak ister.
            Her toplumun ve ferdin anlayışına terk edilmek, her an yeniden yeniden yorumlanmak ister. Kuran bunu tartışmasız ve net bir biçimde ister.
            Kuran’ı eski yorumlarla donduranların onun ruhuna, evrenselliğine ve tüm çağlara hitap edecek nitelikteki gücüne bilerek yada bilmeyerek gem vurmaya çalışanların zavallı insanlar olduğunu söylemek mümkündür. Bir Müslüman bu durumdan kesin ve net biçimde kaçınmalıdır. Aksine davranış, o Müslüman’a, yahut da Müslüman topluma, mensup olduğu dine zarar verici bir misyon yükler ki, Allah korusun bunun vebali oldukça ağır olsa gerektir. Kuran onlara rağmen kıyamete kadar diri kalacaktır. Yalın kalacaktır. Onu bu güne dek Allah korumuştur; bundan sonra da koruyacaktır! O her çağ insanın eriştiği tabiatsal anlamdaki ayetlerle, yani bilimsel bilgilerle yeniden yeniden yorumlanacaktır. O her okuyanı kendi cazibesine alacak, ona kendisinden mutlaka bir şeyler katacaktır. Bunu, “Siz anlayamazsınız.” diyenlere rağmen yapacaktır…
            Bunun için Kuran herkes tarafından, anlayacağı dilde, anlamak maksadıyla ve yalın olarak tekrar tekrar okunmalıdır. Zaten Kuran’ın ana isteği de budur.!
           Din yani İslam; gelenek olmadığı gibi donmuş bilgiler yığını da değildir. İslam Kuran’ı her erişilen yeni gelişmişlik düzeyiyle uyumlu olacak biçimde anlamanın, anladığını da kendi hayatına ve nefsine uygulamanın adıdır.
Din; Kuran’ın kurallarına yani ayetlerine, bunun yanında doğa kurallarına, kanunlarına yani  ayetlerine, daha doğrucası bilimsel bilgiye uymanın ta kendisidir…!
           Aksine inanç ve davranışlar insanı çetin bir azaba götürür. İbadet konusunu, özellikle müspet ibadet konusunu, ameli salih cümlesi içinde daha iyi algılayabilmek için özellikle yukarıda izaha çalıştığımız “dünya işi, ahret işi” anlayışımızdaki yanlışlığı düzeltmemiz gerekecektir.
Dua ve tövbe dahi ibadettir. Belki konun bu noktada işlenmesi daha uygundur ancak ben Dua ve tövbenin de ibadet olduğunu, hatta yukarıda anlattığımız anlamdaki ibadetin, yani insan eyleminin bütünü anlamındaki ibadetin özünü oluşturduğunu burada hatırlatarak konunun detaylı irdelenmesini, “kader” algımızın yanlışlığına dair değerlendirmelerimizin sonuna bırakmayı daha uygun buluyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder