28 Ocak 2012 Cumartesi

B-Aynı Ortama Tepkiyi, Herkes Kendince Verir:

B- Aynı Ortama Tepkiyi, Herkes Kendince Verir:

         İnsanın yeryüzündeki halife oluşuna ait Kuran’da pek çok ayet vardır. Lakin halifeliği, yani vekilliği herkes kendi meşrebince ve kendi yapısına uygun şekilde yapar. Yani aynı şey, olgu yada ortam, kullardan kimini azdırırken, kimini uslandırır. Bu noktada, o kulun karakteri önemli rol oynar.
Hayat bize gösteriyor ki; içkici bir babanın iki oğlundan birisi içkiden başını kaldırmazken, diğeri içkiye nefretle bakabiliyor! İşte bu perspektiften bakarak, konumuzla ilgisi ve konumuzun daha iyi algılanması bakımından, aşağıdaki Fatır Suresi 39. ayeti birazcık irdelemek arzusundayım. Ayet meal olarak şöyledir:
         “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. O’nun için kim inkar ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı artırır. Kafirlerin küfrü kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.”
            Yukarıda da değindiğim gibi bu ayetten ilk anlamamız gereken şey:
Kul gerek ibadetini, gerekse halifeliğini kendi meşrebince ve karakterince yapar. Bu durum zorunludur. Bu durum böyle olmalı ki; zıtların birliği sağlanmış olsun.
Bu noktadan bakınca kulun kendi içindeki zıtlığı da birlemesi gerektiği ortaya çıkar…! Bu birleme ise bir denge kurmak demektir. İşte bizden beklenen de denge yolunda yürümektir. Zaten bu yapılamazsa kişinin ruh sağlığı da bozulur, tüm düzeni de…!
Bir şey daha var ki, kişi her zaman doğru dengeye oturmaz. Yani denge bulur ama o denge esas itibariyle yanlış olmuş olabilir… O yüzden kulun; “Ben kendimden memnunum.” diye kendisini eleştiriye çekmemesi doğru olmaz… Kul denge bulmalı ancak dengeyi de doğru yerde bulmalıdır.
Nitekim Fatiha okurken; “ihtinasratel mustakim.” deriz Bu: “Bizi dosdoğru olan denge yoluna ilet.” demektir.
           Yukarı Fatır Suresi: 39. ayet hükmünce bizler, yeryüzünde bizzat Allah tarafından Kendisi’ne halife kılınmışız. Bu artık zorunlu bir durumdur. Dönüşü yoktur. Gereği icra edilecektir. Bu durum aynı zamanda; iyi kötü ne yaparsak yapalım, yada dinli dinsiz, yahut hangi dinden, hangi milletten ve her kim olursa olsun, ve de ne yaparsa yapsın, bütün bu yapışlarımız insan için zorunludur, kaderdir, yazgıdır. Hem de kaçma imkanı olmayan yazgıdır. Çünkü bu yazgı halifelik görevimizin zorunlu ifası, yani zorunlu olarak yerine getirilişiyle alakalıdır; yerine getirilişidir.
         Anlatmaya çalıştığım şey, yaratılışı itibariyle insanın, uymaya zorunlu olduğu kaderi, halifeliği, yani yapmaya mecbur olduğu anlattığım bu durum, genel, asli ve geniş anlamdaki ibadetinin bütünüdür.Yani kulun her eylemi=kulluk, yani halifelik, o da=ibadettir. Buraya şunu da eklememiz gerekir:
             Bahsini ettiğimiz işbu bütünsel ibadet dört yönlüdür.
Bunlardan birincisi: Müspet ibadettir ki, bu tür bizim dar anlamda kullandığımız “ibadet” benzeri olanlardır. 
İkincisi ise menfi ibadet türüdür: Bu tür ibadetler bizim, “günah, yasak, haram, zararlı, mekruh vs.” ile adlandırdığımız eylemler benzeridir.
Üçüncüsü de, çekinik ibadet türüdür ki, Bu türden eylemleri yapıp yapmamakta dinsel ve vs. açılardan hiçbir mahsur, fayda yada zarar yoktur. Lakin tabiat boşluk kabul etmediği ve senin boşalttığın alanlar başkaca iradeler tarafından doldurulduğu için bu çekinik ibadet türü dahi sonuç icra eder; dolayısıyla bir tür ibadet olur.
Dördüncüsü de hatasal ibadetlerdir ki; hatayla, bilmeden fark etmeyerek veya edemeyerek yahut da doğru zannıyla yapılan eylemler, ibadetlerdir. Bu türlü eylemler yapılırken gerekli özen gösterilmezse sorumluluk ve zarar doğururlar. Gerekli özen ve dikkat gösterilirse hem dünyasal hem de ahretsel ödülle karşılık bulabilirler.
            Ama kul bu ibadet türlerinden birisini, yada zaman zaman içlerinden bazısını illa ki seçer ve yapar. Böylece de iradesi, aklı, yetenekleri, azmi, gayreti ve eylemleri ile oluşlara katılmış, böylece de Allah’ vekillik görevini yürütmüş olur.
Demek ki bu dünyasal oluşlara şu yada bu, bir biçimde katılma hali kulun zorunlu yazgısıdır. Halifeliğinin gereğidir. Halifelik oluşması için zorunlu olan ibadetidir. Ancak tekrar ediyorum ki bu ibadete kul açısından katılım, yani bu halifelik herkesin kendi yetenek ve çalışma ölçüsü ile yönündedir.
            İşin bu noktasında kaderle ilgili açıklamalarımıza atıf yapmak ve insanın yeryüzünde Allah’a vekillik ederken kaderin misyonsal vs. boyutlarını akılda tutalım. Çünkü Allah insana, insanın şah damarından yakındır. Onun irade, kararlarına dolayısıyla da eylemlerine dahleder. Böylece insanı sevk ve idare etmek suretiyle dilediği bazı şeyleri ona yaptırır. Üstelik yaptırmak istediği işi yapması için kula, konu işi yapmak zemin ve fırsatını da yaratır. Gerekirse o kulun ecelini dahi uzatır: gerekirse kısaltır. Çünkü O’nun yaratmasının sürekli oluşunun bir sonucu da budur.  Allah murat ettiği bir işi yine murat ettiği bir kula, yani insana yaptırır. Çünkü “İnsan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir.” demek bir anlamda “Allah yeryüzündeki murat ettiği işlemleri insanlara yaptırır.” demek anlamına da gelir. Bu çok önemli bir belirleme olup, üzerinde iyi durmak icabeder.

                      *********************

          Bizler artık zorunlu birer halife olduğumuza, buna bağlı olarak müspet, menfi, çekinik yada hatasal tüm ibadetlerimizi yapmak da bize zorunlu olduğuna göre, ayetin devamındaki inkar ve menfi ibadet, insanı zarara götürür. Bu da zorunlu bir yazgı ve kaderdir. Amma yolun seçilişi kulun, insanın iradesine bağlı olup zorunlu değildir. Çünkü Allah yaratışı, kulun irade ve bu iradesine bağlı eylemi üzerine yapmaktadır. Kul bu noktada mutlak manada özgürdür. Ha, burada kulun iradesini aşan yada sınırlayan iradeler ve eylemler var ise, kul zaten bundan sorumlu değildir. Örneğin kul devletinin iradesini aşamaz. Dolayısıyla bundan sorumlu olmaz.
          Bu husus sırf alakası bakımından, türban konusuyla ilgilenenlerin ve özellikle bireylerin dikkatine sunulur. Demek isterim ki, kendini yine kendi inancın gereği türban takmaya zorunlu buluyor ama devletin sana okullarda, yada kamusal yahut da hizmet üretmek saydığı alanlarda veya her ne şekilse kendi belirlediği biçimlerde taktırmıyorsa, bu nedenle sakın ola okulunu bırakma! Devletinin kuralları her neyse ona uy ve okulunu bitir.! Aynı nedenle bulduğun işinden de ayrılma; çalışmanı sürdür.!  Böyle davranmakta senin dinsel bir sorumluluğun yoktur. Ola ki, okulunu yada işini bırakmış olman seni dinen sorumlu kılabilir! Bunu iyi düşün.
Dediğim gibi davranmakla bireysel olarak herhangi bir sorumluğun olmasa gerektir. Çünkü toplum ve devlet iradesi senin iradeni aşmaktadır. Üstelik konu ettiğim senin iradeyi aşan iradeyle mücadele etmek illa ki siyasal boyutlu bir mücadeledir. Bu konunun arkasına saklananlardan, buradan rant arayanlardan, bu yoldan siyaset yapanlardan da sakın. Ben bu noktada herhangi bir siyasal oluşumu kasdediyor değilim. Ülkemizde bu konunun istismarcısı her cephede  ve her cenahta vardır. Hem de oldukça fazladır. Bence kendini ve dinsel hayatını bu türden oyunlara kurban verme, demek şeklindedir.
          Biz elbet “kişinin iradesini aşan iradeler” tabirini genel kullanıyoruz. Yine de mantıksal ve teknik olarak, kişinin iradesini aşan irade, zaten aşmış demek olur. Durum böyle olunca, bu nokta itibariyle insanda herhangi bir sorumluluk aramak yersizdir.
          Ancak göreceli, farazi yani varsayılan bir düşünce  olarak, kişi bizzat kendisinin, kendi iradesinden üstün farz edilebilecek iradeleri aşma imkanı varsa, o durum elbette başka bir tartışmanın konusudur. Lakin bu tartışma çok farklı boyutlarda yapılabileceği gibi, özellikle siyasal boyutlu bir tartışmaya konu olabileceği nazardan çıkarılmamalıdır. Konu siyasal boyuttan tartışılırken, din boyutuna çekilmesi hem din, hem de siyaset bakımından doğru değildir. Bu husus dikkatlerden kaçırılmamalıdır.

                     ******************

          İşin bu noktasına gelmişken konu edindiğimiz ayetin; ”...O’nun için kim inkar ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı artırır. Kafirlerin küfrü kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.” kısmını, hem kitabımızın adı ve ana konusuyla ilişkisi bakımından hem de daha aydınlatıcı olması için, gerçek, inkar, küfür, kafir ve gazap bağlamında kısaca ele alıp değerlendirelim istiyorum. Bunun içinse bu kelimeleri kısaca anlamlandıralım:
         Gerçek: Ayan – beyan, açık - seçik, tartışmasız mutlak doğru ve varlık. Eğri ve yanlış olmayan. Göreceli olmayan, (yani: Sana, bana, ona ve, ve sairlerine  göre olmayan.) görecelilikten sıyrılmış doğru.
         İnkar: Aklı ölçüsünde bilerek yada bilmeyerek gerçeği reddetmek
         Küfür: Gerçeği örtücü şey, oluş, olgu ve kavramlar
         Kafir: Gerçeği inkar eden, gerçeği örtücü şeylerle örten kişi.
         Gazap: Yukarıdaki bütün bu oluşlar, yani örtüşler üzerine oluşan ilahi öfke. Yada, inkarın ve küfrün doğal sonucu… Sebep sonuç bağıntısından gelen zorunlu sonucu,  yani işin zorunlu yazgısı ve yasası….
          Artık bu noktada şunu söyleyeceğiz:
          Gerçeğin görülmesini engelleyen, perdeleyen her örtü küfürdür. Her küfrün sonucu gazaptır. Dinli dinsiz her toplumun çürümesine sebeptir. Ahret içinse, af dışında cehennem yoludur. Bu bahsini ettiğim örtüler, insanın yeni yeni örtüler edinmesinin yolunu da açar. Başka bir anlatımla, insanın eline aldığı bu örtü, eğer çekilip atılmazsa, zamanın ilerleyiş ölçüsünce katmerlenir.
           Bu bir girdaptır. Bu girdaptan kurtulmanın yolu erdemdir. Erdem ise her topluma lazımdır. Erdemin yolu elbet haktan, adaletten, dürüstlükten, doğruluktan, inkar ve küfre sapmayıp gerçekleri gün ışığında tutmaktan geçer. En büyük gerçek: Allah’ın varlığı, birliği vs. isim, sıfat ve vasıflarıdır. En büyük küfür ise; işte bu en büyük gerçeği örtmek yada perdelemektir.
           Herhangi bir toplumun yada kişinin, bu ana gerçeği örtmüş olması, onun tamamen erdemsiz olduğunu göstermez. Hatta bir çok erdemi üzerinde taşıyor olması mümkündür. Bu cümleden olarak şunu da söylemek gerekir ki, tamamen erdemsiz kalmış kişi veya toplumlar bu dünyada dahi, illa helak olmaya, yok olmaya mahkum olur. Bu da bir ilahi yasadır. Kanundur. Sünnetullahtır. Tabiat kanunudur. Bu kanunun koyucusu da Allah’tır.
          Elbette erdemsizliğin, en büyük “gerçeği örtüş” olduğunu, bu örtünün, kendi  altında kalan kişi ve toplumların çürümesine neden olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Bu noktada, “Bir toplumu ayakta tutan yegane direk, erdemlerdir.” diyelim.
          Yukarıda bahsini ettiğim ana gerçekliği, yani Allah’ın varlığı, birliği ile sair isim ve sıfatlarının örtülmesi şeklinde beliren küfrü C. Allah, ebedi cehennem ile gazaplandırmıştır. Bu örtüye, bu sonucu yasal ve kadersel bir zorunluluk olarak bağlamıştır. Bu hususu iyi bilelim.
            Konunun özeti olarak son belirtmek istediğim hususlar şunlardır: Yaşama şöyle bir bakınız, göreceksiniz ki; C. Allah gerek insanlara, gerekse sair, canlı, cansız tüm varlıklara, hem olumlu, hem de olumsuz eylemlerin, yani iyilik ve fenalığın birçoğunu, yine bizzat insan yani kulları eli ve aracılığıyla yapmaktadır. Bu durum kulun Allah’ın yeryüzündeki hilafet görevinin ifadesidir. Yine bu durum, işte bu hilafet konusuyla alakalıdır. Kullar bahsedilen bu aracılığı, bir şekilde yapmaya illa mecbur oluyor. Çünkü ne yaparsa yapsın, C.Allah’ın kontrolü altında illa bir sonuç oluşuyor. Kul buna mecburdur; fakat neyi yapıp yapmama hususunda özgürdür.
Yani diler iyilik, diler kötülük yapar. Ancak ne yaparsa yapsın, yaptıklarından illa sonuç oluşur. Bu yaptıklarını özgür iradeyle yapar. Böylece de C. Allah’a yeryüzünde vekillik, halifelik yani yardımcılık görevini zorunlu olarak ifa etmiş olur. Sonuç olarak ifaya mecbur, neyi ifa edip, neyi ifa etmeyeceği konusunda ise elinin erdiği, gücünün yettiğince özgürdür. İşte bu durum, kulun C.Allah’a olan hem halifeliği, hem vekilliği yani yardımcılığı, hem de ibadetidir.
Demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye şu örneği vermek isterim: Diyelim ki belki bir kul, nükleer felaketi başlatacak; böylece dünya mevcut dengesini yitirecek. Dünya gidip aya, ve vs. gezegenlere çarpacak. Nihayet güneş sistemi de dahil bir hercümerç  başlayacak! Bu başlangıç ise yeni bir doğuma ve yaratılışa gebe olacak! Yine diyelim ki kıyamet ve ahret böyle bir senaryo sonucunda gerçekleşecek!
Al sana insanın Allah’a yeryüzündeki halifelik, yardımcılık görevi ve zorunlu ibadet ediciliği! Fazla dağıtmadan konunun bu cephesini de burada kapatmanın uygun olacağı kanısındayım! Artık burada, yukarıdaki izahlarımız da hatırda tutulmak suretiyle; “İbadet nedir, ne değildir?” tartışmasına girişebiliriz. Yalnız bu tartışmayı hem dinsel, hem de dilsel anlamları ve vs. yönleriyle birlikte yapacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder