28 Ocak 2012 Cumartesi

L- Geleneksel Kader Öğretisinin Eleştirisi:

L- Geleneksel Kader Öğretisinin Eleştirisi:

            Bakınız bu noktada Sayın Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu konulardaki bir öğreti örneğini buraya alalım ve konuyu birlikte tartışarak değerlendirelim:
             “Kader; Cenab-ı Allah’ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin hepsinin; zaman ve mekanını, niteliklerini ve özelliklerini önceden ezeli ilmi ile bilip o şekilde takdir etmesi demektir.
            Her şeyi takdir edip yaratan Allah’ü Zülcelal’dir. O’nun irade ve kudreti dışında hiçbir şey meydana gelmez. Ancak, Allah; insanları yaratmış, onlara akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan, aklı ve iradesiyle iyi olanı seçmesi ve kötü olandan sakınması gerekir. İşte insanın seçme ve sakınma gücüne “İrade-i Cüz’iyye” denir. Çalışıp kazanan, işi ve hareketi yapan kulun kendisidir. İnsanın kendisine ait işlevini meydana getirebilmesi için Allah tarafından kendisine bir irade verilmiştir. Bu irade cüz / parçadır. Biz, irade ve isteğimizi o yöne sarf etmek suretiyle Allah’ın takdirinin bu şekilde tecelli etmesine sebep olduğumuzdan dolayı sorumluyuz. Bu itibarla bu iradeyi, insan iradesini bir kenara iterek, ”kaderim böyle imiş.” diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü kul, müspet veya menfi-i yolu kendi iradesiyle seçmiştir. Burada Allah’ın bir zorlaması veya cebri yoktur. (O’nun ezelden biliyor olması kulu icbar etmez.) Yani bizim, kendi irademizle yaptığımız işleri Cenab-ı Hak sınırsız ilmiyle önceden bilip takdir ediyor.Yoksa O, bildiği için biz onları yapmak zorunda kalmıyoruz.
            Kadere inanan kişi öncelikle sabır gücü kazanır. Tüm işleriyle davranışlarında tedbirli olur. Elinde olmayan sebeplerden dolayı sıkıntılı durum karşısında Yüce Yaratan’a sığınır. Allah’a inanır, güvenir ve bağlanır. Başına gelen iyi - kötü, hayır - şer gibi işlerin Yüce Allah’ın dilemesi ve takdir etmesi ile olduğunu bilerek umutsuzluğa kapılmaz.” denilmektedir.
Yukarıdaki Alıntının Eleştirisi: Yukarıda, Diyanet İşleri Başkanlığımızın yayınlarının birisinden alarak yazdığımız öğreti ve   anlatımdaki çelişkilere biraz işaret etmek isterim.
           Buyurun buradan yakın! Ben Kur’an-ı meallerinden defalarca okudum. Böyle bir açıklama ve tanımlamayı asla göremedim, bulamadım.!
            Bu açıklamanın her tarafı çelişkilerle doludur.
            Bir kere Allah’ın,olacak olan her şeyi ezeli ilmiyle, ezelden ebede biliyor olması konusunda yapılan izahlarda çelişkiye düşülmektedir. Bu çelişki fark edilmekte ve hemencecik:
            “Allah’ın olacak olan her şeyi bilmesi, insanı, yani kulu  C. Allah tarafından bilinen fiili yapmaya icbar etmez, zorlamaz, mecbur kılmaz.” denilmek suretiyle konu çelişki giderilmeye çalışılmaktadır. Fakat burada düşülen çelişki tam olarak izah bulmamaktadır.
           Çünkü C.Allah tarafından, olması gerektiği bilinen olgu; “olacak” demektir. Burada ise: Kul açısından az veya çok bir zorunlu gidiş ortaya çıkar. Bu bilme konusunu, bahse konu mecburiyetten arındırmak gerekir. Aksi halde çelişki giderilemez.
           Elbette Allah’ü Teala her şeyi bilmektedir. Örneğin tüm düzen intizamı, tüm plan ve programları ve bu programların nereye doğru aktığını velhasıl vb. her şeyi ve oluşları bilmektedir.
           Fakat bu bahse konu bilmeye, tüm bunların değiştirilme ve dönüştürülme yollarını da biliyor olduğunu eklemek gerekecektir. Bu ise kulun halifelik ve özgür iradesinin ifadesi olacaktır. Bütün bunlara rağmen, kulun korunmak anlamında olsun, batışa gitmek anlamında eylemlerine müdahale ediyor olduğu da hatırdan çıkarılmayacaktır.
           Yoksa C. Allah’ın irade edişlerinin de, sürekli yaratmakta oluşlarının da bir anlamı kalmamış olur. Hatta  Allah’ı; “Sadece ezelden beri bildiklerini yapabilir. Başkasını yapamaz.” demiş oluruz. Bu şekilde, “Ezelden beri bildiklerinden başkasını yapamaz.” demiş olmakla ise Allah’ı böyle bir maluliyet ile eksiklendirmiş oluruz. Ayrıca,  böyle demekle; yeni yaratış bakımından Allah’ın irade sıfatını da sınırlamış oluruz. Aynı şekilde, bir yandan ölçerken diğer yandan dökmüş oluruz ki, Allah’ın sonsuz olan bilme sıfatını dahi aynı irade sıfatında yaptığımız gibi sınırlandırmış oluruz. Şöyle ki; “Allah ancak ezelden beri bildiklerini bilir; başkasını bilemez…!” de demiş oluruz. 
           Elbet Allah’ü Teala; tüm oluşları ve olacakları bilmektedir. Ezelden bildikleriyle dahi sınırlı değildir. Allah bu olacakları da değiştirmektedir. Çünkü her an o ana kitaba yani Levh-i Mahfuza, yine o ana kitapla uyumlu yeni yazılımlar yapmakta, oluşlar, yaratışlar gerçekleştirmektedir. Bu bilişin, “alın yazgısı” anlamına gelecek şekle dönüştürülmemesi gerekir. Böyle düşünülürse kulun, ne iradesinin, ne tövbesinin, ne duasının,  ne ibadet ve eyleminin ne halifelik görevinin bir anlamı kalmaz. Bu biliş şöyle bir biliştir ki:
          Diyelim ki; bizler mekansal manada bakınca yakın çevremizi görüyoruz. Gökyüzüne doğru, biraz daha yükselerek baksak, belki ilçemizin tamamını görürüz. Biraz daha yükseklere çıksak, belki ilimizin tamamını görürüz. Ve böyle görüş açımız arttıkça gördüğümüz alan çoğalır gibi bir şeydir. Lakin, “Yükseldikçe görüntü, netlik kaybeder. O durumda ise tam görülememiş olur. Bu durum ne olacak?” gibi bir soru akla gelebilir. Fakat burada bizim görme yeteneğimizin de sınırlı olduğunu hatırlamak icap edecektir. Yine Allah bütünün tamamını gördüğü  için O’nun dilediği değiştirme düzeltmeleri de yaptığını, bu yapmanın dahi yolunu, bilgisini bildiğini ve bizzat uyguladığını kabul etmek gerekecektir. Aksi halde mantık karmaşasına düşülür.
          Elbette ki, Allah’ü Teala açısından her şey görülmek bilinmek durumundadır. Ancak kula bıraktığı ve genel gidişi bozmayan, bozulursa da; bizzat  Allah tarafından müdahale edilen bir özgürlük alanı ve insan halifeliğinin gereğinin icra edileceği bir alan mevcuttur. Bu alan ise insanın, insanların, toplumların, nihayet tüm insanlığın iradesine tevdi edilmiş, verilmiştir. Bu verme insanın elinin erdiği gücünün yettiği her şeyi kapsar. Bu durum sünnetullah’ın gereğidir. Ne var ki bu olanın; Bizzat C. Allah tarafından sürekli kontrol altında tutulmakta olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. Elbet Allah’ın her şeyi bilmesi Küll, yani bütünsel, genel evrensel ve global anlamlıdır.
            Yukarıda diyanet öğretisinden alınan açıklamada; “Çelişki yoktur.” denilemez. Tam aksine çelişkilerle doludur.  ”Hayır! Çelişkilerle dolu değildir!” diyenler; beni değil, kaderi inkar edenleri ikna etmeye çalışsınlar. Çünkü ben zaten kadere, kaderi bizzat Allah’ın yarattığına ve her şeyin nihayet onun dilemesiyle olduğuna inanıyorum.
            Çünkü bu tarz anlatımlarıyla onları asla ikna edememişlerdir. Daha doğrusu; Bu çelişkili anlatım milyonlarca vatan / Müslüman evladını kaderle, bağlı olarak da, dinle zıtlaşır hale getirmiştir. Hatta onları inkar noktasına taşıyan işte bu çelişik anlatım ve kavram kargaşasıdır. Buna neden olanların bu husustaki  veballeri her cepheden çok ağırdır. Bu yaptıkları hatayı iyi düşünmelidirler. Kendilerini hiç kandırmasınlar! “Zaten onlar kafirdir.” diyerek bu işin içinden çıkabileceklerini zannetmiyorum..! İşin doğru çözümüne el vermek durumundadırlar..!
            Yukarıdaki anlatımdaki çelişkiyi görenler görüyor.İnkar etmek bir şeyi değiştirmez. Bu çelişkileri görenlerin bir çoğu da Allah’a olan samimi inançları nedeniyle:
             “Biz bilmeyiz, hocalarımız, din alimlerimiz daha iyi bilir, onlar öyle  söylüyorlarsa elbet bir bildikleri vardır. Yada onlar elbet daha iyi anlıyorlardır. Biz anlayamıyoruzdur.” gibi temiz duygu ve düşünceleriyle bu konu üzerinde fazla kafa yormamaktadırlar. Nitekim  kendilerine böyle bir yol telkin edilmektedir. Gerçi, yüzme bilmeyen insana, derin sulara girmesi elbette tavsiye edilmez ama, tamamen banyo yapma, denize, dereye girme de denilmez. Bu işleri elinden geldiğince yapması,anlaması anlamaya çalışması önerilir. İnsanların bu gibi konularda fazla düşünmemelerini istemek hatadır. Hatta bu zihniyette olanlar Kuran’ın bile anlaşılabilmek adına mealen okunması dahi insansımızı özendirmemektedirler. Bunların hepsi hatadır. Kuran anlaşılır ve açık-seçik bir kitaptır. Bunu bizzat kendisi söylüyor. Allah’ın maksat muradı herkesi Arap yapmak, Arapça öğretmek olmayıp kavimlere ayırmak olduğuna ve her dilden anladığına göre: Yahu! Bırakın adamı, gücünün yettiğince Kuran’dan bir şeyler öğrensin! Niye illa da senden öğrensin.? Bırakın şu, “Ben doğru anladım, siz anlayamazsınız” muhabbetini.  Beyler, bu vebal ağırdır! Nitekim bu çevreler:
          “Bu konular bir itikat konusudur. Maazallah insanı din dışına çıkarır. Buralarda kürek çekmek had - hudut konusudur.” diye insanımızı korkutuyorlar; düşünce ve düşünmekten alıkoyuyorlar! Zaten bir çok din adamımız, “Buraları fazla düşünmeyin; buralar tehlikeli yerlerdir. Allah korusun, dinden imandan çıkarsınız.” diye zaten adeta tehdit ediyor değil midirler.?
Peki buraları birazcık kurcalayıp, birazcık kafa yorup da, sizlerin karartması sonucunda işin aslına eremeyen, konuyu kavrayacak gerçek bir dinsel yada bilimsel bilgiye sahip olmayan, olamayan kişilerin, belki bu yoldan dinden imandan çıkanların veballerini kim ödeyecektir?
Yukarıda da dediğim gibi benim eleştiri ve bu konudaki anlatımlarıma sakın alınmayın! Ve beni art niyetli bulmayın! Çünkü ben, Allah’a inşallah güçlü bir biçimde inanıyorum. Aynı güçle kader’e de inanıyorum. Sonra ben, “İman Kalesi’ne” dışarıdan saldırmıyorum..! Kale’nin içindeyim, dış saldırılara karşı savunmadayım. “Kaleyi içeriden berkitelim.” diyorum!
            Biliniz ki kader’in tanımı, yukarıdaki alıntıda anlatıldığı gibi çelişkilerle dolu ve alın yazgısı anlamında değildir. Benim bu yazımda anlattığım gibicedir. Nettir ve çelişkisizdir.
            Bir kere: ”Allah’ın bilip takdir etmesi” kelimelerini yan yana koymak da hatalıdır. Çelişki yaratır. Bu kavramları eşlemek, sanki: “C. Allah ezeli ilmiyle bildiği şeyleri takdir eder, başkaca bir şeyleri takdir etmez.” demek olur. Hatta takdir etmediğine göre: Haşa, “Ezelden takdir ettiğinden başkasını bilmez (!?)” demek anlamına da gelir.! Böylece, çarpık bir anlam, anlayış, yanlış anlama ve anlaşılmayı içinde barındırmış olur. Mesela; bu yoldan Allah’ın İrade sıfatı’nı haşa sakatlamış olursunuz…!
          Halbuki Allah; her şeyi bilir, her şeyi takdir eder, her şeyi! Her olay, olgu, madde, mana, vs. her şeyi de o yaratır. Değiştirmeyi ve yeni yeni takdirlerde bulunmayı da O bilir. O öyle bir Allah’tır ki: Sadece ezelden bildiğini takdir etmekle de mukayyet / kayıtlı, sınırlı değildir. O ne dilerse onu yapar. Ama sünnetullah ve insanın yeryüzündeki sınavının gereği olarak kulun irade alanına veya toplumun irade alanını terk ettiği / bahşettiği şeyleri kulun özgür / hür iradesine ve buna bağlı eylemlerine sonuçlar bağlamak suretiyle kaderi oluşturmaktadır. Kader zaten sadece: ölçü, ayar, hesap, kitap, yazı, (alın yazısı değil.!) yazılım, program, yasa, tabiat yasaları, ve vb. şeyler” demektir.
            Bu son açıklamalar; yukarıda “Allah’ın her şeyi bilmesi” konusundaki yapmış olduğumuz açıklamalarla birlikte mütalaa edilmeli ve değerlendirilmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder