28 Ocak 2012 Cumartesi

İBADET NEDİR, NE DEĞİLDİR ?

İBADET NEDİR,  NE DEĞİLDİR ?

            Allah’ın yeryüzündeki halifesinin insan olduğu olgusundan da hareket ettiğimiz de kulun her eyleminin ibadet olduğunu anlarız. Biz şimdilik o konuya atıf yapacağız ve bu ibadet konusunu öncelikle dilsel, yani dil bilimsel manası ile ele alacağız. Bu yüzden de işe, Türkçe’mizde “kul” kelimesiyle karşılıklandırdığımız, ”abd”  sözcüğünü ele alarak başlayacağız. Durum bu olunca bundan (abd’den) türeyen:
           Abid / abit, ibaded / ibadet, İbadad / ibadat,
           Abide, abad / abat, harabad / harabat / ve harabe kelimeleriyle ortaya çıkardığımız kavram karmaşalarımızdan ve bu karmaşayla oluşan örtülerle işbu örtünün altındaki “pür melal” halimize biraz değineceğiz.
            Evvela şunu belirtmek isterim ki; ”abd” sözcüğü ile “insanın, yeryüzünde Allah’a  halef / halife yani vekil olması.” kavramı birbiriyle çok yakın irtibat içindedir. Hatta bu kavram ile kelime; ”kaza ve kader” kavramlarıyla da çok ilişkilidir. Bunların hepsi bir bütünsellik içinde kavranılmaya çalışılmalıdır ki yanlışlıklar, daha doğrucası doğru olan orta yere çıkmış olsun..! Böylece üzerimize karabasan gibi çökmüş olan, kavram karmaşalarımızdan oluşan “ikilem örtüsü ile buna bağlı olan kördöğüşü, çürüme ve uydurmalar ortadan kalksın!” Emek ve hayatımız heba olup gitmesin!       
 Abd: Kul demektir.
              Abid: Kulluk, kul olmak, kul oluşta ileri derecede bulunmaktır.
              İbadet: Kulluk, kul olmanın gereği, daha açıkçası kulun eylemleridir. Bu eylemlerin iyi-kötü, helal-haram, doğru, yanlış vs. olmuş olması sonucu değiştirmez. İnsan yani kul eyleminin tamamı teknik manada ibadettir. Bu, kul ve halef olmanın gereği ile doğal sonucudur. Tabiidir ki ben bu aşamada; dar anlamdaki ibadetten bahsetmiyorum. Açıkçası İbadeti dar manada, yani namaz, oruç, zekat, hacc, kelime-i şahadet, sadaka, fitre, vs. anlamında anlamamak gerektiğini söylediğim ortadadır.
              Elbetteki ben işbu dar anlamda kullanılan ve dar anlamın karşılığı durumundaki ibadetleri haşa, küçümsüyor değilim.! Onları farklı bir kategorinin içine alıp, hepsini ameli salih torbasına doldurarak tümüne birden müspet  yani olumlu ibadetler adını veriyorum. Böylece de ibadet diye sadece müspet ibadeti anlama ve anlatmanın yanlışlığına işaret etmek istiyorum. Bu yanlışlıktır ki bizi; kavram karmaşalarımızın birinin daha örtüsünün altına atıyor. Sorunlarımızı çözemiyor, bocalayıp duruyoruz. Eğer ibadet sözcüğü böyle dar anlama alınırsa birçok konu da yanlış anlaşılır duruma gelmektedir. Çünkü, Zariyat Suresi’nin 56. ayetinde C.Allah;  ”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.”
             Yine Hicr Suresinin 99. ayetinde:   “….ve sana yakin / ölüm gelinceye dek, Rabb’ine ibadet et” demektedir.
              Zariyat Suresinin 56. ayeti ile Hicr Suresinin 99. ayetinde geçen, İbadet sözcüğünün anlamına yaptığım bu açıklamalar çerçevesinde bakılmalıdır: Kul, dünyadaki sınav salonunun stres ve sıkıntısını çekecek, az olsa da, sefa ve mutluluğunu sürecektir. Böylece kulluğu cebri biçimde devam edecektir. Ta ki; salondan çıkarılmış, ebedi hayata intikal ettirilmiş olsun! Bakınız konuyla ilgili olarak; Bakara Suresi 155. ayette ne deniliyor ?
             “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” 
             Bu sınavın bilincinde olalım. Hayatta karşımıza çıkan her şeyin, bu hayat sınavının bir sorusu olduğunu bilelim. Bu nedenle, bu hayattaki sefanın az olduğunun bilincine varalım ve morallerimizi hep yüksek tutalım. Ölümle de barışık olalım. Hayat sınavının sorularını doğru dürüst cevaplamaya çalışalım. Bir de “Sabır Bozgunu” adlı kitabımızın “Sabır-Tahammül” bölümünde anlattığımız manada sabırlı ve dirençli olalım. Hamallık anlamında katlanıcı ve zulme taviz verici olmayalım.
             Ayrıca Allah’ın bizleri, dünyasal nimetlerden yasakladığını falan sanmayalım. O konu apayrı bir konudur. Yani aşağıda “Dünya, gelip geçici manasına sıfattır.” bahsi ve “Menfi, Müspet ve çekinik  İbadet” konuları içinde açıkladığımız şekildedir. Bunu da bilelim.
Biz en iyisi, aynı anda hem dünyadan, hem de ahretten faydalanmanın çaresine bakalım. Yani bir taşla iki kuş vurmak elimizde bizim. Önemli olan iyi niyettir. Yeter ki niyetimize temiz tutalım. Niyetimizi temiz olursa her şey güzel olur. Hem dünyamız hem de ahretimiz cennet olur.  Ve de öyle olur inşallah!
             Yeniden bu başlık altındaki ana konumuza dönecek olursak, şu halde her insanın Allah’ın kulu olduğundan şüphe yoktur. Anlatmaya çalıştığım anlamda kulluk ettiklerinde de şüphe yoktur. Kulluk ile ibadet birbiriyle tevhit edilmeli yani birleştirilip bütünleştirilmelidir. İşte bu aynı olması gereken, hatta aynı olan anlamların farklı biçimde anlaşılması bizi nice yanlışlara sürüklemektedir.
             Şöyle ki: Reel ve doğal durum gereği her insan dar anlamda ibadet etmediği gibi mensubu bulunduğu din bakımından da ibadet etmemektedir. Bu durumda Allah, haşa kullarına sözünü geçirememiş midir? Kulluk yaptıramamakta mıdır…? İnsanları ancak ve sadece, kulluk yani ibadet yapmaları için yaratmış olduğunu bildirdiğine göre? Yoksa haşa, Allah murat ve maksadına erişememiş midir.? Yoksa bu durum böyle değil de, anlatmaya çabaladığım gibi: C.Allah’ın murat ve maksadı halen mevcut olan, reel durum mudur.? Evet öyledir. İnsan zorunlu olarak, yani ne yaparsa yapsın kulluk yani  ibadet yapmış olur. Demek ki:
            İbadet = kulluktur! Aynı şekilde;
            Kulluk = ibadettir! Çünkü ibadet; kulların eylemlerinin bütünüdür.
Evren “zıtlıkta birlik” yasasının kuralları üzerine çalıştığına göre, her oluş kendi zıddıyla vücut bulur. Yani her oluş, olgu yada varlık bu anlamıyla eşlidir. Eşli biçimde çalışır, eşli biçimde iş ve işlev görür. Dolayısıyla her türden eylem evrenin denge üzerine çalışmana katılımda bulunmuş olur. Demek isterim ki, evrenin düzenli çalışmasını sağlayan eylemler sadece olumluluk ifade eden eylemler olmayıp, hem olumluluk, hem de olumsuzluk ve vs. özellikteki eylemler toplamıdır. Bunlar arasında meydana gelen yada getirilen dengenin neticesidir. Bu bakış açısına göre evrenin genel işleyişine uyumlu olan eylemler sıf olumlu olanlar değil, olumluyla olumsuzun birlikte oluşturmuş olduğu dengesel bir durumdur yani. Dolayısıyla evrenin işleyişine gerek olumlu, gerekse olumsuz olarak katılımda bulunan her eylem işin doğası gereği ibadettir. Reel durum budur.!
 Allah’ü Teala’nın murat ve maksadının reel durum olduğunu kabullenmek zorunludur. Reel durumda ise herkes kuldur. Ancak her kul kulluğunu, yani kul olmasının gereğini, dar anlamdaki müspet ibadeti ile yapmıyor olduğuna göre ibadete işbu dar anlamı vermek yanlıştır.
Bu yanlış anlamda ısrar ve bu yanlış anlam öncelikle Allah’a haşa acz ifade eder, irade sıfatını sakatlamış oluruz. O’nu kullarına söz geçirememiş derekesine düşürürüz! Ayrıca müspet manada ibadet yapmayan kulların kulluğunu inkar etmiş oluruz. Menfi, çekinik yada hatasal ibadetlerin dahi her birinin kendi kaderine (yasasına) bağlı olarak sonuç doğurucu olduğu gerçeğini de inkar etmiş oluruz. Ayrıca hem iyinin, hem de kötünün Allah’ın maksat ve muradına hizmet edici olduğunu görmezden gelmiş oluruz. Yine zıt eşlilik, zıtlıkta birlik, zıtlıkta denge yasasını tanımamış oluruz. İbadet kelimesini sadece dar anlamda kullanırsak, İbadeti sadece Muhammedi din mensuplarına özgülemiş oluruz. Tüm bunlar fahiş hatalar manzumesini oluşturmuş olur. Nitekim de oluşturmaktadır. Bu durumdan kaçınmalı, benim verdiğim anlam benimsenmeli ve tüm açıklamalar buna göre yapılmalıdır.  Durum bu olunca,
           İbadetin anlamı: Benim yukarıda verdiğim anlam olmak zorundadır. Aksi halde her şey birbirine karışıyor. Birçok konu altüst olup yanlış anlama ,algılama ve uygulamalar baş gösteriyor. Şu halde sonuç olarak ibadet; kul eylemidir. Yani kulun her türden eyleminin toplamıdır.
           Hem, Allah’ın Rahman sıfatı; insanı O’na kul olmaya zorunlu kılar. Çünkü C.Allah’ın Rahman sıfatının özünde icbariyet de vardır. Zaten Allah’ü Teala ister inanmış, ister inanmamış olsun, herkese “kulum”, Hz.Peygamber Efendimiz de: “Ümmet’im” demekte değil midir? Elbette demektedir. Hem kul diye abd’e denir; ibadet diye de abd’in eylemine… Kavramın kelime anlamı da budur, bilimsel anlamı da…
           Örnek: Muddesir suresi 11, 12, 13, 14. ayetler içeriği; ”nimetlerimi önüne serdikçe serdiğim o kulumu bana bırak.”
           Buradan anlarız ki: Fert fert insanlar, nihayet tüm insanlık, Allah’ın nihai maksat ve muradının abid’leri, ibadet edicileri yani kullarıdır.
          İbadat ise: İbadet kelimesinin çoğuludur. Bu böyle olmalıdır ki; “kaza ve kader” gerçekleşmiş olsun…! Dileyen iyi dileyen kötü değer üretsin…! Dileyen iyi ibadet dileyen kötü ibadet yapmış olsun…! Nitekim reel durum da bundan ibarettir…!
          Abide: Abd’in yani kulun ibadet yada ibadatlarıyla ortaya çıkardığı değerdir. Lütfen bakınız: Aynı kökten, yani abd kökünden türeyen abide sözcüğü kök ilişkisini sürdürerek, yaklaşık, abd ile ilişkili anlamını nasıl da içeriyor…! Durum açık seçik görülmektedir.
          Bu duruma göre lütfen İbadet’i öğretimizdeki gibi dar anlamda almayalım, algılamayalım, algılanmasına neden olmayalım. Bu algılama bizi, vahim bir yanılgı,  yanlış ve perişanlığa sürüklüyor! Artık bu durumun farkına varalım.
          Aynı kökten türeyen teknik ve bilimsel olarak aynı manada olan abad/abat, harabad/harabat, harabe kelimelerini doğru anlamda kullanıyoruz.
          Bu doğru anlama göre Abad: Mamur / bakımlı yer demektir. Bir yeri mamur / bakımlı hale ise: Bir memur / bakıcı / görevli getirmektedir. 
          Şu halde kulun yani abd’in; yeryüzünde Allah’ın halefi, görevlisi, bakıcısı, mamur edicisi, yani memuru, dolayısıyla ibadetçisi olduğu gerçeği ile kulun her halinin kulluk, yani ibadet olduğu bu noktadan da açığa çıkar. Anlaşılmış olur. Biz ibadeti alıştığımız dar anlamı ile kullanmaya devam etsek de izaha çalıştığım asli anlamını gün yüzüne çıkarıp diri tutmak zorundayız.
          Eğer “ibadet’e” yukarıda vermiş olduğum ve ülkemizde anlaşılan dar anlam verilirse yanlış anlama ve anlaşılmalara meydan verilmiş olur. Hatta dinimiz yanlış anlaşılmış ve anlatılmış olur. Örneğin¸Mülk suresi: ”O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” Anlamındaki 2. ayeti ile,
           Cin Suresi: “Şayet doğru yolda gitselerdi, bu hususta kendilerini  denememiz için onlara bol su verirdik. Kim Rabbinin Zikrinden / Kuran’dan yüz çevirirse, onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır.” anlamındaki 16. - 17. ayetlerinin ibadetle bağlantılı olduğu görülür.
           Bu bağlantı vardır ama, bu bağlantı kuran perspektifine uygun bir hayat tarzı yaşamak bakımındandır. Zaten dikkat edilirse ayetlerde, güzel ve kötü davranışlar ile sonuçlarından bahsedilmektedir. Demek ki kul eyleminin güzeli müspet ibadet, kötüsü menfi ibadettir. Durum buradan dahi anlaşılmaktadır. Yoksa Kuran’a uygun, uyumlu bir hayat yaşamak demek, ”İbadet demek değildir..!” O başka bir şeydir. Örneğin namaz kılmaktır. Oruç tutmaktır, haramlardan kaçınmaktır. Kısaca Kuran’ın bakışını kendi hayatına uygulamaktır. Bunlara sadece müspet ibadet diyebiliriz; genel ibadet değil. İşin bu yönü asla unutulmamalıdır!

                   ********************

            Şu halde ibadeti açıkladığımız yönden ve yeniden tanımlamak gerekirse: Her insan, Allah’ın kulu yani abd’i olduğuna göre; yeryüzünde Allah’ın halifeliğiyle görevli, bu görevi yerine getirebilmesi için, belirli tabiat yasalarıyla çerçevelenmiş, iradesi kendi ellerine verilmiş, iradesinden oluşan eylemlerine, eylemleriyle uyumlu zorunlu  sonuçlar bağlanmış, yaratılmış yada yaratılmakta olan, hem cennetin, hem de cehennemin namzedi olarak ebet yolculuğuna çıkarılmış bulunan ademoğlunun her eylemi ibadettir. Ki insan, Allah’ın maksat ve muradını gerçekleştirmede halef yani vekil ve yardımcı olmuş olabilsin! Aksini düşünmek insanı işlevsiz sanmaktır. Bu sanı ise insanın ana işlevinin doğru anlaşılmamış olmasına,  yada çarpıtılmasına neden olur.
           Bu duruma göre insan, yapmış olduğu ibadet yani eylem ve amellerinden, sevap da kazansa, günah da kazansa, Allah’a karşı yeryüzündeki halifelik görevini ifa etmiş olur. Bu ifa ile de Allah’ın maksat ve muradına yardımcı olmuş olur. Bu durum ise insanın ibadeti demek olur. Allah insanı işte bu anlatmış olduğum, genel anlamdaki ibadeti yapması için yaratmıştır.
“Kulumun ibadeti olmasa neye yarardı..?” demesinin anlamı da budur. “Ben insan ve cinleri sırf bana ibadet yani kulluk etsinler diye yarattım.” demesinin anlamı da… 
İbadeti böyle anlayınca, burada bir zorunluluk olduğunu da anlarız. Yani  insan ne yaparsa yapsın, halifelik, dolayısıyla da, ibadet yapmış olur. Allah’ın insanı yaratma maksat ve muradı zorunlu olarak tecelli eder. Yani bir kader, bir yazılım, bir program, bir ilahi yasa yani tabiat yasası sonuç icra etmiş olur. Bu ise zorunlu bir durumdur. Kul bu zorunluluktan kaçamaz..! Böylece Allah’ın maksat ve muradı zaafa uğramaz, kesinlikle tecelli etmiş olur. Yine şunu hatırlatmak isterim ki, Muhammedi dini takip etmeyenler Allah’ın kulu değil midirler? Elbette kuludurlar! Elbette ibadet edicisi ve halifesidirler. Yoksa Allah insanları, kullarını; “Onların hepsi, sırf dar manadaki  ibadetlerden olan, namaz kılsın, oruç tutsun” diye yaratmış değildir!
Buradan, yani savunduğumuz yönden hareketle, müspet  anlamdaki ibadeti yapmayan insanın, boşuna yaratılmış olmadığı anlaşılmış olur...! Ayrıca bu noktadaki mantıksal ve bilimsel saçmalık ortadan kalkar.
Dar ve müspet manadaki ibadetin yapılıp yapılmaması konusu tamamen insanın sınavıyla ilgilidir. Bu noktada, yani müspet anlamdaki ibadet açısından hiç kimse için, herhangi bir zorunluluk yoktur. Yani insan müspet, menfi yada çekinik  ibadetleri kendi hür iradesi ile seçer. Seçer ama ne dilerse onu seçer. Seçtiğini de Allah’ın dilemesi çerçevesinde yapar. Yaptığının sonucuna uygun bir neticeyle de karşılaşır. Bu alan, hürriyet ve sınav alanıdır.
            Zaten C.Allah Kuran’ı Kerim’inde böyle şeylere yani müspet manadaki ibadetlere kendisinin değil, bizlerin ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. Bu cepheden dahi bakınca Cenabı Allah kullarını sırf bu dar anlamdaki namaz, oruç şeklinde anlaşılan ibadetleri yapsın diye yaratmış olamaz.!  Bunun böyle olması mümkün değil…! Çünkü bunu böyle anlamak bir zorunluluğu gerektirir. Zorunluluk dünya sınavının ruhuna aykırı olur. Ayrıca zorunlu olan bir husus ise illa ki tecelli eder. Nitekim Cenabı Allah, bu hususta bizleri zorunlu değil, özgür; hatta günah işlemeye mütemayil bir özgürlükle özgür yaratmıştır. Bu temayülümüz ve affı sevmesi nedeniyle de tövbe kapısı yaratmış, onu da sonuna dek açık kılmıştır.
          İbadet denilince ibadetin, hep dar anlamının yani müspet olanının anlaşılması tamamen yanlıştır. Yani, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek ve haramlardan kaçınmak şeklindeki ibadetler anlaşılmamalıdır. Bunlara müspet anlamdaki, yada dar anlamdaki ibadetler demek gerekir.
          İbadet sözcüğünün dar anlamıyla, genel anlamının birbirinden farklılığı açıkça ve  net olarak ortaya konmalı ki konular daha anlaşılır olmuş olsun. Bu ayırımı ortaya doğru dürüst koymamak bizleri vahim yanlışlara sürüklemektedir. Dinin izahında çelişkiler yaratmaktadır. Bazı bilgisiz kişilerin dinden uzaklaşmasına hatta çıkmasına neden olmaktadır. Art niyetli kişilerin ellerine ise nice kozlar vermektedir..! Allah’ın tertemiz dinini bu hale getirmeye kimsenin hakkı yoktur.
          Eleştirdiğim şekildeki izah ve bu yanlış anlam, Kuran’ı tevil yani çarpıtma anlamına da gelebilir ki; kimse Kuran’ın apaçık manasını tevil edemez. Bu tevil konusunu bizzat Kuran’ın kendisi şiddetle eleştirmektedir. Bu durum unutulmamalıdır. Ben bu noktadan hareketle, apaçık manaya, batini mana diye, bambaşka manalar verilmesinin ve bu yolla Kuran’ın çarpıtılmasının doğru olmadığını düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder