28 Ocak 2012 Cumartesi

P- Hayat Akışının Nasıl Değiştiğine Bir Örnek:

P- Hayat Akışının Nasıl Değiştiğine Bir Örnek:

            Konunun burasında, bir de şu bizim Bahri Duran Gökdeniz Hoca’nın, yani bana fren yapmamı öneren dostun kader akışının değişimi hakkındaki bir hikayesini görelim:
            Doğrusu ben bu hikayeyi tamamen unutmuşum. Kendisi anlattı, hayal meyal hatırladım. Meğer onun için ne kadar önemliymiş?
            Çocuklarını dahi bu hikayeyi anlata anlata büyütmüş. Aradan çok uzun yıllar geçmişti. Kendisini İlköğretim müfettişi olarak görev yaptığı Kütahya’da ziyarete varmıştım. Sağ olsun, bana izzet ikramda bulundu. Kütahya’nın meşhur Mecburiyet Caddesi’ni gezdirdi. Yemeklerinden tattırdı. Akşam ise beni bırakmadı. İlla da evine yatılı misafirliğe götürdü.
            Evine vardığımızda beni göstererek çocuklarına: ”İşte evlatlarım sizlere hep anlattığım ve Milli Eğitim Camiası’nı bana kazandıran adam, bu amcanız! “ demez mi?  Doğrusu mahcup oldum.
            Bu lafı hala da söyler…! Ben yine mahcup olurum ve dediğini kabul etmem. Kendisini Milli Eğitim Camiası kazanmıştır. Ve de bütün bunlar O’nun bizzat kendi azmi, iradesi ve sabrıyla elde ettiği şeylerdir.
            Biz ise belki: C.Allah’ın muradı ve dilemesiyle, hayat yolu suyunun ters yöne akmaya başladığı bir anda oraya bir kürek toprak atmışız da su normal mecrasına / yoluna girmiş. İşte hepsi bu. Dedim ya: “Olayı hayal meyal hatırladım.” diye:
            O, benim Konya, Bozkır, Taşbaşı Köyü’nde öğretmenlik yaptığım senelerin 3. yılında atanmıştı bizim okula. Yeni mezundu ve orası ilk görev yeriydi. Yani öğretmenliğinin ilk yılıydı. Ben okul müdürüydüm. Kendisini de sevmiştim. Zaten bizim öğretmen arkadaşlarla köyde yaptığımız şey kader birliğinden başkası değildi. Yalnız O’nu yanımdan hemen hemen hiç ayırmadığımı söyleyebiliyorum.
              Oralarda kışları kar çok yağar. Birde damlar toprak damdır. O zaman öyleydi. Eğer toprak damların karları, ”Kar Küreği” ile kürünüp temizlenmez ve yuvarlak kocaman taş yuvaklarla da yuvulup damın toprağı sıkıştırılmazsa, evler bir iki yıl dayanamaz, göçerdi.
              Köylülerden çoğu Almanya’da işçi olduğundan köyde boş ev çoktu. O yüzden de okulun lojmanı bulunmasa da, oturduğumuz evlere kira vermezdik. Hatta evinde oturmadık diye bazıları bize gücenirdi.
              Şartlar buydu ve bir köylüye torpil geçip, Bahri’yi onun evine oturtmuştuk. Ancak o evin kürünüp yuvulacak damı biraz fazlacaydı.
               Bahri aslen Kütahya, Simav, Karacahisar Köyündendir. O yıllarda kendisiyle oralara da gittik. Lakin: Ben ne bilirim Bahri’nin dam kürümesini bilmediğini. Doğrusu hiç aklıma gelmemişti.
               Bir sabah kalktık ki yılın ilk karı yağmış. Hem de epeyce yağmış. Ben kendi damımla ilgili olan işleri haletmiş okula varmışım ki Bahri ortalıklarda yok…?
               Daha ben çocuklara sormaya kalmadan çocuklar haberi vermiş: “Öğretmenim,…! Bahri Öğretmenimiz, elinde bir valiz, Hadim-Konya yoluna doğru gitti. Sanırız gidiyor.” dediler.
               Halâ adale ağrılarını çekiyor olsam da o yıllarda gençlik var… İyi de motosiklet biniyorum. Kar, çamur, buz, kumlu taşlı yol falan dinlediğim yok. Yollarda sekiz yapa -yapa her ortam ve şartta biniyorum motosiklete… Hatta binmediğim gün adeta hasta oluyorum… İlla da bineceğim...!
               Derhal çalıştırmışım motosikleti. Hemen peşinden… Ve yakalamışım onu daha yarı yolda. Henüz hadim yoluna varıp da binememişti Konya otobüsüne…
               Bindirmiş motosikletin arkasına getirmişim geriye… Kerata zaten benim motosikletin arkasına binmeyi çok severdi. İnmeyi ise asla..! Sormuşum ki; “Hayrola…?”
              “Yahu Abi” demiş. “Sabah erken köylülerden birisi beni uyandırdı. “Kalk, yatma, damını kürü, yuvakla yuv! dedi. Baktım ki: bu benim yapabileceğim bir iş değil. Kar da zaten buralarda sık sık yağarmış. Ben bu işi yapamam. Bu durumda ben, öğretmenliği de burayı da bırakıp gidiyorum.” demiş.
               “İlahi, Bahri…! ”Gel oğlum o iş çok kolay.” demişim. Elimize iki kar küreği almışız. Çocuk oyunu oynarmışçasına işi bitirmişiz. Meğer olay buymuş.
               Yine söylüyorum : “Ulan oğlum, seni bulunduğun yere kendi iraden, azmin, cehtin ve sabrın getirdi. Çünkü daha nice nice seçişler yaptın sen…Sen şimdi bu seçişler toplamı olmak üzere olduğun yerdesin; bunu asla unutma…!”
               Yukarıda  dediğim gibi kaderi biraz da bu bağlamda düşünürsek, şu da önemlidir ki; o gün O’nun arkasından gidilerek, suyun sapağına bir kürek toprak atmak kadar basit bir eylemi yapmamış olsaymışız sanırım kendisinin hayat yolu bir başka mecraya doğru akacakmış.! Çünkü bazen; tam yerinde ve zamanında suyun yoluna atılan bir kürek toprak, atan için hiçbir şeydir ama, atılanın hayatının seyrini bir anda değiştirir.
             Diyelim ki; “O kişiyi uçurumun kenarından alır. Bir selamet yere çıkarır. O an, o kolay eylemi bir yapan bulunmasa hayat yolunun suyu çok farklı kanallara, belki de yanlış kanallara akar gider ve geri dönüş imkanı çoğu zaman olamadığı gibi telafisi de çok güç olur…”
             Diyelim ki; “Kişi uçurumdan aşağıya düşer. Ya ölür, ya kalır…! Ama kalsa bile tedavisi hem çok güç olur, hem de tedavisi tamamen mümkün olmayabilir. Kişinin sakat kalma ihtimali de belirir. İşte bu aşamada artık suyun yoluna bir kürek toprak atmak işi kurtarmaz. Hem de iş, bir kürek toprak atmak kadar basit olmaz…!
             Burada C. Allah’ın af, iptal ve yardımı büyük önem kazanır. Yoksa hayat ağırlıkla çok farklı mecralara akar gider. İşin dönüşü olmaz. Hayatın olağan akışı değişir. Biz bu durumu çoğu zaman fark da edemeyiz. Örneğin: Yatsak bir başka sonuca, kalksak ise bir başka sonuca doğru akar hayat. Fakat öyle bir an olur ki bazen, zerrecik bir olay olgu yada şeyden dolayı olağan akışından çıkar da, çok farklı bir mecraya girer hayat… Ve o zerrecik şey hayatımızı alt üst eder. Dolayısıyla bazen öyle bir an gelir ki, o an bir hayata bedel olur. Bazen de bir an için, bir hayat terk edilir.
            Yukarıdan beriki anlatımlarla, İnsanın yeryüzünde Allah’ın Halifesi, vekili yani kulu, zorunlu ibadet edecisi olduğu ile kaderin nasıl çalıştığı mümkün mertebe izah edilmiş, ve nihayet kulun menfi, müspet yada çekinik ibadetleri seçmek hususundaki özgürlüğü ortaya çıkarılmış, bu anlamda ve özellikle müspet ibadetleri ortaya koyabilmesi için kulun; güçlü bir azim, irade, ceht ve uygun eylemler sergilemesi gerektiği  anlaşılmış olduğuna göre; artık bu aşamadan sonra, işlenen konuları kul, kulluk ve ibadet bir bütünsellik içinde düşününüz. Ana görevinizi anlayın. Sanırım o zaman konular daha anlaşılır bir hal alacaktır. Bu anlamda evvela, kader ve ibadetlerini, kendi azmi ve cehtleriyle değiştirip dönüştüren, böylece müspet ibadet cümlesi toplamı olan; ameli salih, yani güzel davranışlar haline getiren, insanları düşünün…!
            Biz bu noktadan sonra insanoğlunun yeryüzündeki Allah’ın Vekili, O’nun maksat ve muradını gerçekleştirmedeki yardımcılığı yani halifeliği konusunu düşünün!
Sanırım o zaman konular daha anlaşılır bir hal alacaktır. İnşallah bu durum karşısında da güçlü, sağlam ve sarsılmaz bir Allah inancına erişmiş olacağız, inşallah!
Allah hepimizin yardımcısı olsun! O, yardımcı olur. Çünkü yaratması süreklidir, aynı zamanda tüm olay, olgu ve oluşlara dahledicidir. Genel ve mutlak yaratıcı, nihayet vekili sıfatındaki insanının yaratmasına onay verici olan, nihai ve külli (bütünsel) yaratıcı O’dur.
O, ne dilerse onu yapar; Lakin genellikle vekilinin irade ve istek buyurduğunu yapar!

          ********************

Yalnız söyle bir husus var ki, insanı aşan iradeler cümlesi dışında olmak üzere insan çoğu zaman yönetilir ve yönlendirilir. Bu da çoğunlukla ona zarf atmak şeklinde tezahür eder. Burada bahsini edeceğim zarf atma işi biraz sonra izah edecek olduğum, virüssel bir yasa mahiyetindeki, şeytansal yasanın attığı zarflara, yahut onun gönderdiğini elektronik posta, iletilerine benzemez. Benzemez çünkü bu türden iletiler ilahi, daha doğrusu Rahmani kaynaklı iletilerdir. Doğrudan doğruya Allah’tan gelen ilhamlardır.
Bu durum bazen vicdanınızın sesi olarak karşınıza çıkar, yani içinize doğar. Genellikle vicdanın bu sesini ayırt etmesini bilerek dinlemek ve gereğini yapmak sizleri olumlu yönlere sevkeder..!
Bazen siz, çok farklı bir yöne doğru giderken aklınıza görünürde “alakaya maydonoz” bir fikir düşer; yön değiştirirsiniz. Bu defa karşınıza ummadığınız bir kişi çıkar, sizi ummadığınız yönlere döndürür. Netice olarak türlü hayırlara ulaşırsınız. Yada bir felekatten korunmuş olursunuz…!? Örneğin ilk kararınız üzere gitmekte olduğunuz yoldan gitmiş olsaydınız orada yaşanan bir felaket sizi kurban almış olabilirdi…!? Bu vb. durumlarda yönetilmiş, hatta korunmuşsunuzdur.
Bazen bu durumun tersi de olur…! Diyelim ki bu karar değişikliği maazallah sizi dünyadan çeker alır; bu neticeyi çoğunlukla önceden bilemezsiniz.! Bu durumda  iş olacağına doğru akıtılmıştır. Daha doğrusu C.Allah’ın takdiri öylece tecelli etmiştir.!
Buradan şöyle bir sonuca varmak isterim ki; hayatta tesadüflere asla yer yoktur.! Her şey C. Allah’ın dizaynı, kontrolü ve nihai onayı altında cerayan etmektedir. Her oluşa, illaki öncelikle O onay verir. Ve oluş bu onaydan sonra gerçekleşir. O, irade buyurup, “Ol.!”emriyle onay vermeden hiçbir olay, olgu yada oluş asla gerçeklemez. Bu nedenle de C. Allah’ın koruduğu kimselere, hiç kimseler zarar veremeyeceği gibi, takdir ettiği zararı da hiç kimse engelleyemez.!     
         
          ******************

“Kader” konusundaki tüm bu anlatımlardan sonra, Rahman Suresi’nin 29. sırasındaki yol gösterici bir kanıtı (delil, ayet), yeniden hatırlatmak isterim. Bakınız orada; “Herkes O’ndan ister; O sürekli yaratma halindedir.” buyrulmaktadır.
Demek ki C.Allah’ın yaratması sürekli olmakla birlikte bu yaratış, sırf Kendi özgün iradesine bağlı olmayıp, önemle ve çoklukla Kendisi’nden istenilmesine, yani irade verdiklerinin irade ve eylem edişlerine de bağlıdır. Yani, özellikleve öncelikle kul Allah’tan isteyecektir; Allah da bu isteğe uyumlu biçimde yeni yeni yaratışlar yapacaktır..!
Bu konuya, birazdan yanı bu “kader” konusundan hemen sonra birazcık olsun işlemeye çalışacağımız “Fiili Dua” ve “Fiili Tövbe” hatta “sözlü dua” bahislerindeki açıklamalarımızı da nazara alarak bakarsak, dua konusunda önemli olan asıl hususun, dua ve tövbenin fiili olanlarının, yani işin gereğinin kul tarafından yapılmış olması gerektiği gerçeğinin ışığında bakıldığında, kulun irade ve eylemi ile uyumlu oluşların, C. Allah tarafından belirli bir süreklilik içinde karşılıklandırıldığını, yani yaratıldığını görmekteyiz. Ortaya daha açık bir anlatım koymak gerekirse; Her irade sahibi, mesela kul, iradesi ile o neticeyi oluşturucu eylemi ortaya koyduktan sonra fiili duasını, yahut tövbesini gerçekleştirmiş olur. (Bunu sözlü duayla desteklemek oluşumun olgulanmasını pekiştirir) Bu gerçekleştirmeden sonra ise nihai yaratıcı ve onay merci olan C.Allah, nihai “Ol.!” yazılımını Levh-i Mahfuz’a düşürmekte (yazılmakta, yazgılanılmakta) ve buna bağlı olan oluş da gerçekleşmektedir. Elbet müspet bir iradi eylemin, kul açısında olmak üzere, ila nihai ödülle, menfi olanınsa af ve iptal dışında ceza ile karşılıklanacağı unutulmamalıdır. Yalnız bu konu, dünyasal olarak karşılaşmakta olduğumuz “dünyasal sınav soruları” ile karıştırılmaması gerekir. Ne yazık ki ülkemizde bu konu sıkça karıştırılmaktadır. Şöyle ki;
Bazılarımız bazılarımızın, hatta bizzat kendimizin karşılaşmakta olduğu bir kısım dünyasal sınav sorularındaki güya felaketleri, kendi yahut da o soru muhatabının kötülüğünün, kötü kişiliğinin bir ifadesi veya mutlak karşılığı sanmakta, yine aynı şekilde karşılaşılan bir nimeti, o nimete muhatap olan kişinin iyi kişiliğinin bir ifadesi yada kanıtıymış gibi algılıyoruz.
Ve, “Ben ne yaptım ki başıma bu musubet geldi.” yahut, “Ben iyi bir insanım ki hep iyilikle karşılıklanıyorum.” yada “O ne kütü bir insan ki, bunlar başına geldi?” gibi yaklaşımlar sergilemekteyiz. Bu durum tamamen yanlış bir algıdır. Yanlıştan öte büyük bir hatadır. Allah korusun, böylesi bir bakış insanı, çeşitli yanlışlara ve hatalara sürüklemekten öte, şirke dahi götürür. Çünkü bu yola giren bir insan, özellikle nimetler bakımından olmakla birlikte, sanki her şeyi kendinden, kendi gücünden bilmiş, kendi gücünden kaynaklı sanmış olur. Ve nitekim Alluhü Teala böylesi bir vasfı, Kuran’ı Kerim’inde kınayarak, Karun ve milleti üzerinden şiddetle eleştirmektedir.Ve nihayet C. Allah, sürekli bir biçimde hepimizi, mallarımızdan ve canlarımızdan eksilterek sınava tabi tutmaktadır.. İşin bu yönü önemle gözden uzak tutulmamalıdır.
Burada söylenmesi gereken son cümle; insanın her eyleminin neticesinden sorumlu olduğu ile kazanımlarının sadece ve sadece kendi eylemlerinden ibaret olduğu hususudur.
         
       ****************

Buraya bir konu eklemek istiyorum ki o da Allah’ın tüm sıfatlarında olduğu gibi, ilim ve irade sıfatına “sonsuz” demek yetersiz kaldığı gibi bizim için yanıltıcı da olur. C. Allah’ın gerek bilmesi gerekse irade etmesi sonsuzluğun dışında ezeli ve de ebedi boyutludur. İşin bu boyutunu düşünmek ve bir veri olarak ele almak, yukarıdan beri kader hakkında yaptığımız açıklamaların sağlıklı açıklamalar olduğunu gösterir bize.

         *****************

Ve tüm bu, kadere dair anlatımların sonucunda; elbet, her şeyin insan yada insanlığın elinde sayılamayacağı açıktır.! Örneklemiş bulunduğumuz zorunlu hallerin dışında ayrıca, özelde insan, genelde insanlık, parçası bulunuyor olduğu tüm evren gibi, hem olumlu, hem de olumsuz anlamda yönlendiriliyor ve yönetiliyor da…!
Bahse konu bu yönetilme meselesi; C. Allah’ın evreni yaratmakla ondan el çekmemiş, kendi mülkünü, genel anlamıyla ve bütünsel irade boyutunda, sürekli denetim ve kontrol altında tutarak yönetiyor olması konusunun en tabii bir uzantısıdır.!
İnsan ve insanlığın yönlendirilmesi meselesi ise; ileride “Şeytan Diye Tanımlanan Virüssel Yazılım” başlıklı ana konu ile, ve yine aynı başlık altında, “Allah-ü Tealâ’nın  İnsanlara Yön Vermesi Nasıl Olur.?” alt başlığı içinde yapacak olduğumuz kısa açıklamalarla da ele alınacağı üzere; belki daha çok, dünyasal sınav ortamının şartları gereği, belki de, ve hatta daha ağırlıklı olarak, C. Allah’ın koruyucu, bağışlayıcı sıfatlarının tecelli etmesi, yani ortaya çıkması konusuyla alakalı olsa gerektir…!
Durum böyle olunca insan her an her şeyi bilemiyor! Bir durumu o an için akıl edemiyor. Edemiyor ama, gerilerde “Kul Allah’ın Yeryüzündeki Vekilidir.” ana başlığında altında da açıkladığımız, hatta bu kitabın adı olan “Gurbetteki Vekil” kavramı içinde ana konu olarak irdelediğimiz anlamdaki zorunlu vekalet mekanizması çalışmaya devam ediyor. Yani Sen akıl edemeyince, boşluk kabul etmeyen evrensel genel işleyiş durmuyor ki..! “İnsanın Çekinik İbadeti” konusunda izaha çalışmış olduğumuz konuya dair yasalar devreye giriyor, iş bambaşka bir mecraya akıyor. Ve insanın bu anlamdaki vekalet görevi, yani çekinik ibadeti, yaptığımız izahlardaki gibice, illaki sürüyor. Ve ne yaparsan yap, evrenin olacağa doğru akışı devam ediyor.
Bu durum karşısında, o işi, o an için insanın aklına bir düşüren olduğunu, bir başka alternatifin ise, o an itibariyle, daha üst irade ve başkaca etkenler yoluyla gölgelenebildiğini, hatta o kişi açısından körlenmiş olabileceğini hesaba katmak gerekir.
Dolayısıyla da insan, o an için bir başka alternatifi akıl edememiş oluyor. Hatta akıl etse bile; uygulama günücünü kendisinde ya göremiyor, yada o fikri yanlış buluyor..! Daha da önemlisi, sayasız derecedeki alternatif çözümlerin tamamını bilmek, bir insan, hatta insanlığın tamamı açısından dahi, zaten imkansız oluyor.!
Bahsini ettiğim bu üst irade, sizlerce de bilindiği üzere; çevresel şartlar, kişiler ve toplumlar olabileceği gibi, en nihayet, bütünsel iradenin mutlak sahibi olan Allah’tır.  
Anlatmaya çabaladığımız böylesi bir ortamda elbet, iş ve oluş kişinin iradesinden çıkıyor, yani iş ve oluşun boyutu insanı, hatta insanlığı bile aşabiliyor. Böylesi bir hal üzere ortaya çıkan o sonuç, insan onu önceden öngörememiş olduğu halde, kendisini bazen sevindiriyor, bazen de üzebiliyor.! Hatta Bakara Suresi 216. ayet hükmünden anladığımız kadarıyla sevindiğimiz bir şeye ait nihai neticenin bizim için hayırlı mı yoksa hayırsız mı olduğunu önceden çoğunlukla kestiremediğimiz gibi, üzen şeyin dahi aynı anlamdaki sonucunu bilememekteyiz..! O nedenle işi Allah’a havale edip müsterih yaşamayı bilmeliyiz. Hele hele geçip giden işler için asla “vah; tüh..!” etmemeliyiz.! Bizim için önemli olan hatamızı görüp ondan pişman olmak, gerekli dersleri çıkararak, mümkün mertebe hatadan kaçınmaktır. Hatta işin daha da önemlisi; kabahat ve suçlardan kaçınmak, onun yerine iyilik ve güzelliklere, yani ameli salihe, kısaca toplum ve kendimize faydalı, güzel eylemler sergilemeye öykünmek, gayret etmek durumundayız..!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder