28 Ocak 2012 Cumartesi

K- Nuh’un Gemisi:


K- Nuh’un Gemisi:

             Sözün burasında bir alt başlık olarak, “Nuh Aleyhisselam’ın Gemisi” ve kavminin başına gelen “Nuh Tufanı’na”, konuyla ilgilisi bakımından birazcık değinmekte fayda görüyorum.
           Nuh Peygamber zamanında insanlığın, henüz emekleme döneminde olduğunu söylemek mümkündür. O nedenle, o dönemlerde toplum ve devlet yapısı şimdilerde olduğu gibi karmaşık değildi. Mutlaka iletişim, günümüzden çok - çok gerilerdeydi. Bilmem ki, burada şöyle bir örnek versem yerine uygun düşer mi?
           İletişimin zirve yaptığı bu çağda bile, farz edelim ki, “ABD’nin  falanca eyaletindeki her hangi bir kişiye, yada oradaki toplum geneline Kuran tebliğ edilmiştir.” diyebilir miyiz.? Yani, “Gerçek manada tebliğ eriştirildi.” diyebilir miyiz? Bence bu soruya, hayır cevabı verilmelidir. Böylesine bir iletişim çağında bile, henüz Kuranın adını dahi duymamış nice insan yığınları olduğundan eminim.
           Durum bu ise, bahsini ettiğim insanların hali ne olacaktır? Cevabım şudur: Bunlar, Cenabı Allah’ın Kuran dışındaki varlık alemine yazmış olduğu ayetleri okuyacaklar, Bakara suresi 62. ayet hükmü çerçevesinde C. Allah tarafından mahzun bırakılmayarak, cennetle ödüllendirileceklerdir.
           Konunun açıklığa kavuşması bakımından şöyle  bir cephe daha var ki: Şimdi ben şahsen İncil’i duydum, fakat hiç okumadım. Hakkında kulaktan dolma bilgilere sahibim. Şimdi ben: “İncil’e muhatap olmuş sayılabilir miyim? Gerçi sayılamamak hususunda kendi kusurum vardır… Lakin kafamdaki önyargının rolü hiç yok mudur  ? Elbette vardır. Lakin yine de İncil’in tebliğine muhatap olduğum varsayılamaz.
Peki nasıl olup da; Kuran’ın adını bile duymamış insanlara, Kuran tebliğ edilmiş sayılabilsin? Bir de bunca bilgi kirliliği varken…? Bilgi kirliliği az – buz bir engel değildir. Dinimizi Türkiye’de bile doğru dürüst öğrenemiyoruz… Değil ki oralarda öğrensinler...!
Günümüz şartlarında bile Kuran’dan haberdar olamayan insanları Kuran hükümlerinden mesul saymak mümkün olabilir mi?
Elbette; olamaz.“Olur.” Diyenleri Bakara suresi 62. ayeti, buna bağlı olarak da, İbrahim peygamberin Allah’ı aklıyla nasıl bulduğunu iyi anlamaya davet ediyorum. Tüm bu anlatımlarımla varmaya çalıştığım sonuç şudur:
          Allah, insanlığın tamamını bu gününün şartlarında bile Kuran hükümlerinin bütünüyle sorumlu saymıyor. Ayrıca böyle bir realiteyi kaderlemiş, yazılım ve yasalaştırmış da değil…. Üstelik herkese Kuran tebliğ edilmiş olsa bile, maksadı herkesi O’nunla iman ve eyleme zorlamak değil…!
Ayrıca Allah, insanlığı sırf böyle bir nedenle top yekun cezalandırıyor da değildir. Kördöğüşü adlı kitap çalışmamızın “Allah Toplumlara Din Yoluyla Müdahale etmez.!” Konusu içinde de açıkladığımız üzere; bir toplumun top yekun cezalandırılması, yani yıkılması genellikle, o toplumun zıtların birliği ilkesince kurması lazım gelen dengeyi kuramaması, yada dengeyi bozması nedeniyle olmaktadır.
Durum bu olduğuna göre Allah, sırf Nuh Peygamber’in kavmine münhasır olarak koyduğu kurallara uyulmamış olması nedeniyle ve üstüne üstlük, bu kurallara uymayanlar sadece ve sadece Nuh Kavmi olmasına rağmen, niçin o zamanda yaşayan tüm insanlığı cezalandırmış olsun.?
Bunu böyle düşünmenin bir mantığı yok ki…!
            Hem bu noktada her kavme bir peygamber gönderildiğini, üstelik ora kavminin kendi peygamberlerine uyduğunu düşündüğümüz zaman, bu mantıksızlık iyice ortaya çıkar…
            Demek ki olan şudur: Nuh kavmi konumundaki Sümer uygarlığı, malum olduğu üzere Mezopotamya’da hüküm sürmekteydi. Yine bilindiği üzere o bölge çukur, yani yeryüzü konumlanması bakımından alçak bir rakımdadır. Su baskınına uygun bir konumdadır.
            İşin doğrusu şudur ki; tufan sadece Mezopotamya’da, yani yerel olarak gerçekleşmiştir. Nitekim Nuh’un Gemisi Kuran’ın haber verdiğine göre, bölgenin kuzeyindeki dağlardan birine, belki de Cudi Dağı’nda karaya oturmuştur. Zaten geminin karaya oturduğu yer hakkında İslam-i kaynaklar da aynı dağı işaret etmektedirler. Dediğimizin aksi olsaydı, yeryüzünün her tarafında bu tufanın izleri bulunurdu… Kaldı ki, böyle bir tufanın izine maalesef rastlanmıyor! Öyle, gemiye her cinsten bir hayvan alınması meselesi filan yoktur. Bahsi edilen hayvanlar olsa olsa, kendilerinin  besleyip barındırdığı kendi hayvanları olsa  gerektir!
Zaten C. Allah’ın, türlerin devamı için böyle bir ameliyeye ihtiyacı yoktur. Ayrıca O, sürekli yaratma halindedir. Durum böyle olunca; her an bir kısım eski türleri ortamdan kaldırıp sonlandırdığı gibi, yeni yeni türler de yaratmakta, yani ortaya çıkarmaktadır.
           Allah, dünyanın her tarafını sular altında bırakacak kaderi ve yazılımı elbette diler, yapar.! Fakat Nuh tufanı aşamasında dünyanın tamamını sulara gark etmeye gerek ve ihtiyaç olmamıştır. Cenabı Allah, gereksiz şeyleri sünnetullah gereği zaten yapmamaktadır.
O, bu dünyada tüm kullarına rahmet ve merhamet etmektedir. Üstelik insanlık tarihi yerkürede çok yenidir. Yukarıda da değindiğim gibi, yerkürenin hiçbir yerinde böyle bir tufan izi henüz bulunabilmiş değildir.
           Demek ki, cezalandırılan sadece Nuh kavmi, yani Sümerlerdir. Tufan da sadece kendi bölgelerindedir.
             Üstelik burada önemli bir konu daha var. O da; Bu konuda bahsi geçen “dünya” sözcüğü yine yerküre anlamına gelmeyip, “Sümerlerin dünyası” demek anlamında deyim ve mecazdır. Bu olayı da böyle anlamak gerekir. Anlatımlara akıl, mantık ve bilim dışılıklar karıştırılarak, Kuran ve din bulandırılmamalıdır. Çünkü Kuran’da hiçbir akıl dışılık yoktur. Akıl dışılık, olsa olsa bizim anlayışlarımızdadır.
               İşin daha doğrusu; anlayamayışlarımızdadır! Konu ettiğimiz bu anlayamayışlarımız ise: İşte bu ana kitabın konusudur.
               Bütün bu anlattıklarımız hem kitabın genel konusuyla hem de bu başlık altında ele aldığımız kader konusuyla yakın alakalıdır. Dolayısıyla kader de dahil her konu; akıl, bilim ve bilgi çerçevesinde olmak üzere, olağanda, düzen ve intizamda aranmalıdır. Bilim’in ise; C.Allah’ın Kuranda zikrettiği ana kitabın ayetlerinden olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca; Tabiat Yasaları dediğimiz her oluş ve olgunun da Kuran perspektifinden bakılınca  birer ayet olduğu konusu da iyi  bilinmelidir.

                          *******************

          Yukarıda Nuh Peygamber bahsinde de belirttiğimiz gibi Kuran, farlı zaman ölçütleri kullanmıştır. Bunu daha çok hangi kavimden yada zamandan bahsediyorsa ona göre, yani ona uyumlu olarak kullanmıştır/vermiştir. Dediğim gibi, Kuran’ın farklı zaman ölçütü kullanması sadece Nuh peygamber hakkında değildir.

                          ********************
           Bu sözlerimizde, yani hem Kuran’da geçen 1000 li yaşam yıllarında konusunda hem de dini olağanda aramak gerektiği yönünde öne sürdüğümüz görüşlerimizde ne kadar haklı olduğumuza dair bir ayet daha vermek isterim ki: Bu sayılar tamamen temsil kabilindendir. Rakamlar göreceli, zaman, mekan ve kişiye göre değişken biçimde verilmiştir.
Ayrıca varlık alemindeki her husus, bir düzen içinde ve yönetim altındadır. Aşağıda vereceğim ayetler, Kuran’da zamanın değişik ölçülerle verilebildiğini bize kanıtlamaktadır.
           Secde Suresi, ayet 5 te: “Allah gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin saya geldiğinize göre, bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.” denilmektedir.
           Demek ki evvela her şey düzen, istikrar ve olağanlık içinde ve böyle bir yönetim altındaymış. Aslında harika olan budur. Düzen dışılık değildir.! Bu konuyu çok net olarak anlamamız gerekir. Yoksa her şeyimiz çürümeye mahkum demektir. Tekrar söylüyorum: Dini olağanın,aklın, mantığı ve bilim ve bilginin dışına taşımayınız .Oralarda ki dinler sapkınlıklardan ibaret dinlerdir. Bunu iyi biliniz.
           Kehf Suresi 25. ayette C. Allah: “Onlar (Ashab-ı Kehf) mağaralarında 300 yıl ve buna ilaveten 9 yıl kalmışlardır.” demektedir.
           Bu ayetteki verilen ikili zamanın açıklaması şöyledir:
           Hıristiyanlar ve Museviler Ashab-ı Kehf’in mağarada 300 yıl uyutulduklarını söylemekteydiler. Bu 300 yıl doğru idi. Fakat bu, onların kullanıyor oldukları, güneş takvimine göre 300 yıl idi. C. Allah bu 300 yılı vermekte ve doğrulamaktadır. Ayrıca; “Buna ilaveten 9 yıl daha kalmışlardır.” demesinin nedeni ise; Arapların kameri (ay) yılı, takvimi kullanıyor olmalarıydı. Yani olay, iki ayrı toplumu ilgilendirdiği için, iki ayrı toplumun kullandığı iki ayrı süreyi birlikte verme yolunu tutmuştur. Burada bir sağlama yapmak gerekirse: 300 güneş yılı = 309 kameri (ay) yılıdır; (kameri takvim yılıdır.)
            Demek ki, ele aldığımız ayetlerin ilkinde:“Sizin saya geldiğinize göre, bin yıl tutan bir günde” denilmiş olmakla;
             İkinci ayette de; ikili bir takvim verilmekle Kuran’da sayılar, muhtelif toplumların, muhtelif sayma biçimlerine göre verilebiliyor olduğunu ortaya çıkarıyor.
            Şu halde; “Nuh Aleyhisselam’ın yaşı da, kendi içinde yaşadığı toplumun sayma şekline göre verilmiş.” demek doğru oluyor…! Yani,Nuh Peygamber ile onun zamanında ve öncesinde yaşayan insanların, güneş takvimine göre 1000 sene civarlarında yaşadığını sanmak ve söylemek asla doğru değildir.

                      *****************

              Tekrar ana konuya dönecek olursak yine tekrar edeyim ki: Anlam açıktır. Bu konuyu kimsenin eğip büğmeye hakkı yoktur. Bunu eğip büğmek aynı zamanda bilerek yada bilmeyerek tevil, yani çarpıtma olmuş olur. Bunun ise vebali çok ağırdır.
             -Konunun uzmanları gayet iyi bilirler ki, çarpıtma: Bizzat Kuran-ı Kerim tarafından şiddetle ve olumsuz manada eleştirilen bir husustur. Bu yapılmamalıdır. Konular doğru anlatılmalı, kavram karmaşası ortadan kaldırılmalıdır. Yoksa bu karmaşa bizleri anlayamama çukuruna düşürür, üzerimizi daha nice - nice örter ve bizler daha ağır biçimde çürümeye devam ederiz.
             Ve yine konu, anlattığım gibice doğru anlatılmayıp, yanlış anlaşılır ve yanlış anlatılırsa…?  İşte o zaman yandı keten helva… Nitekim yandıkça yanmaktayız. Bu kavram kargaşaları bizleri kan revan içinde bırakmaya, gücümüzün neredeyse tamamına yakınını heba etmeye devam etmektedir. Geliniz; şu kavram karmaşasından doğan ve oluşan örtüyü, üzerimizden elbirliğiyle kaldırmaya bir an önce girişelim…!
            Buna katkı yapmak için de gelin, Öncelikle Allah’a dayanalım ve klasik kader öğretisini, daha doğrusu ülkemizde bize “kader” adına öğretileni, hatta dayatılanı çekinmeden, korkmadan biraz olsun irdeleyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder