28 Ocak 2012 Cumartesi

E- Sonuç:

            E- Sonuç:

            Konunun burasında, baştan beri anlatılmaya çalışılan hususlar ve özellikle kader ile dua ve tövbe arasındaki bağlantıyı kurmak ve bir sonuca varmak istiyorum: Hani dilimizde, “sebebine sarılmak, kadere gaddarlık” gibi nice deyimler vardır. Bir de, “ömrün uzayıp kısaltıldığını” cümle İslam din bilimcisi vs işin uzmanları kabul etmektedir… Bu durum bir İslam’ın ana kural kaynaklarından olan,“icma-ı ümmet” halidir. Yani İslam bilginlerinin ve Müslümanların ortak kanı, kanaati, üzerinde ittifak ettiği, birleştiği bir durumdur. Şu halde bunları karartmaya kimsenin hakkı olmasa gerektir.
            Yukarıdaki deyimlerden “kadere gaddarlık”, malum olduğu üzere insan direnişini ve direncini ifade eder ki; Allah’ın da yardımı ve oluruyla bir insanın oluşlara dair bir gelişmeyi tersine çevirebildiğini, çevirebileceğini, daha da önemlisi kaderlemenin sonucuna başka kaderlemeler yoluyla tesir edebileceğini ifade eder ki, bu ifade tam anlamıyla doğrudur ve gerçeğin ifadesidir. Alın yazgısını (zorunluluk anlamında ve bazı alanlarda kabul ediyoruz) reddediyor olmamıza rağmen, bu yazgı kabul edilse bile, bahsini ettiğim fikir birliğinin ifadesinin sonucu işte böyle bir yazgını dahi değişebilirliğini anlatır. Bu durum dahi alın yazgısı anlamında bir kaderciliğin reddini gerekli kılar.
            Yine aynı fıkh-i, yani dinsel hukuk kaynağı özelliği arz eden yukarıda verdiğim, “Sebebine sarılmak” deyimi ile ifadeye gelen husus ise aynı konuyla bağlantılı olarak, oluşların genellikle sebebine sarılmak suretiyle varlık ortamına çıktığını ifade eder. Şu halde insan sebebe sarılmazsa sonuç da oluşmaz. Nitekim bunu bize, bizzat yaşamakta olduğumuz hayatın gerçekliği ile bilimsel gerçeklik de söylemektedir.
            Bir işin oluşması, ortaya çıkması için, o işin “sebebine sarılmak” işin gereğini yapmaktır. Gereğini yapmak ise eylemdir. Esas itibariyle duadır. Fiili duadır. Kaçınmak ve tedbir hali aynı zamanda tövbedir. Yani hatadan kaçınma halidir. Bu dahi bir nevi fiili duadır. Demek ki oluşları bu türden fiili dualar ortaya çıkaracaktır. C. Allah’ın “bütün dualara karşılık veriyor” (icabet ediyor) olmasının mânası burada gizli olsa gerektir. Bir örnek vermek gerekirse; tohumu uygun ortama düşürmek şeklindeki fiili duayı gerçekleştirerek sebebine sarılmalıyız ki beklenen netice hasıl olabilsin..! Yani, yeni bir kaderleme vücut bulabilsin..! Ve dahi, vücut bulan bu kaderlemeyi bozucu bazı eylemler içine girebilelim ki, “kadere gaddarlık” yapılarak yazılımlanan iş, bir başka yazılımla, bir başka sonuca akıtılıp, değişip dönüşebilsin..!
            Şu halde buradan bir sonuç daha çıkmaktadır ki, yukarıdaki izahlarımızdan hatırlanacağı üzere, ibadetin menfi, müspet, çekinik, hatasal ve benzeri çeşitleri olabildiği gibi dua ve tövbenin de aynı biçim çeşitleri vardır. Bu durum zaten doğrudur. Çünkü; dua ve tövbe zaten bir ibadet, yani eylem türüdür. Benim kısaca dikkate getirmeye çalıştığım şey, dua ve tövbe deyince hep müspet şekillerini düşünmemek gerektiği ile bunların da olumsuzlarının olabildiğini hatıra getirmektir.
            Demek ki gerek aktif, gerek pasif, gerek müspet, gerek menfi ve gerekse hatasal yada çekinik olsun, her türlü insan eylemi, işin esası itibariyle öncelikle bir fiili duadır.
İşin mana ve psikolojik yönü ise kendini sözlü ve niyetsel duada gösterse, bu yönüyle iş ve işlev görse gerektir. Bu noktada sözlü ve niyetsel dua hakkında da bir hatırlatma yapmak gerekir ki bu da çok elzemdir, lazımdır, gereklidir. Sözlü ve kavli dua daha çok insan psikolojiyle ilgili olmakla insanın kuvve-i maneviyesi, yani manevi gücü, inancı, değer ve dayanakları ili ilgili olup, yaşama sevincine, güvencine hitap ederek kişiyi diri ve dik tutar. Bu ise çok önemli bir ihtiyaçtır. Bunun dahi yazılımları, yani kaderlemeleri, hasılı bilimsel temelleri vardır ve bu durum dahi hepimizce malum olduğu üzere netice oluşturur. Bunlar dahi C. Allah’ın yasalarından yani kaderlemelerinden ibarettir.
Bu nokta itibariyle kader, (ölçü, ayar, yasa, yazı yazılım, program, eşyanın tabiatı) tövbe, dua, geniş anlamdaki ibadet, insanın vekilliği, yani Allah’ın yeryüzündeki vekili olması halleri ile ilişkin sair hususlar birlikte düşünülürse, hem konu daha iyi anlaşılmış, hem de C. Allah’ın her duaya nasıl olup da karşılık veriyor olduğu daha doğru ve daha net biçimde açıklığa kavuşmuş olur.
Şu halde kul tüm bu sebeplere sarılacak, böylece neticeler hasıl olacaktır. Olacaktır çünkü C. Allah kulun her eylemine icabet etmekte, yani karşılık vermektedir. Ve O’nun bizim eylemimize verdiği karşılık; genellikle yapmış olduğumuz eyleme bağlı ve o eylemin doğal sonucuyla uyumlu olmaktadır. O, yani Allah, temel yasa, tabiat yasası, yani kader koyucu, kaderleme yapıcı olmakla birlikte, öncelikle oluşlar bakımından nihai onay merciidir de… Yani, sen C. Allah’ın koymuş olduğu yasaya uyarsın, ona göre davranırsın yasal sonuç oluşur. Ne var ki bu yasal sonuç son kez C.Allah’ın olurluk onayından geçer. Allah-ü Tealâ sonucu onaylamazsa sonuç olmaz. Bu durumda yapmış olduğun eylemin doğal sonucu bir başka yasayla, yani bir başka keder yoluyla engellenir, neticede alakasız bir sonuç ortaya çıkar, çıkabilir. Ancak sık sık söylediğimiz gibi Allah’ın genel uygulaması, önceden belirlenmiş yasal sonucu onaylamak şeklinde belirir. Elbet onaylayıp onaylamamak yada dönüştürmek O’nun tekelindedir.
 Bu durumun doğal sonucu olarak bizler yaptığımız işin ortaya çıkardığı neticelerinden ziyade, hatta neticelerinden değil, bizzat kendi eylemlerimizden, özellikle de istemli eylemlerimizden sorumluyuz. İhmal dahi bu istemli eyleme dahildir. Ayrıca bize verilen nimetlerden de sorumlu olduğumuz unutulmamalıdır anacak bu sorumluluk dahi eylemlerimize bağlı olan bir sorumluluktur. Yoksa kimseye niye zengin olup olmadığı sorulmaz. Lakin nasıl zengin olduğu ile zenginliğini nasıl kullandığından sorulur; sorumlu tutulur ve de sorumludur. Bu sorumluğun dahi eylem, yani ibadet cümlesinden olduğu ise gayet açıktır.
Sonuç olarak insan madem ki yokluk aleminden varlık alimine çıkarılmıştır; öyleyse bir şekilde ve illa ki C. Allah’a yeryüzünde vekillik etmemeye, bunu da eylemsel ruhsal bedensel ve de nefsi anlamlarıyla yapmaya, kısaca ibadete zorunludur. Bu durum yasaldır, yasal bir zorunluluktur, yani kaderin gereğidir. Ancak ibadete zorunlu tutulan insan, ibadeti hangi türden yapacağı hususunda zorunlu tutulmamış, genellikle kendi seçimiyle baş başa bırakılmıştır. Ne var ki kendi seçimi de, yine kendi içinde bulunduğu şartlarla sınırlandırılmıştır. Elbet kendi sınırlarını aşan yerlerde kişinin herhangi bir sorumluluğu yoktur. Kişi diler müspet, diler menfi, diler hatasal, dilerse çekinik ibadet yapar. Yapar ama nimetlendirilme, korunma, af ve benzeri hususlar dışında, eylemlerinin sonucuna da katlanır. Anlatılan tüm bu hususular birbiriyle iç içedirler.
Şurada akla bir soru geliyor, demek ki Allah insan duasına, yani eylemine anlattığım biçim üzere karşılık verdiğine göre, peki karşılamıyor gibi göründükleri ne oluyor? Yani biliyoruz ki her eylem kendisine bağlanan uygun sonucu doğurmamaktadır. Bu durumda C. Allah sonucu onaylamamış demektir. Yine de bizim duamız karşılıksız kalmaz. Ya başka bir biçimde korunur, cezalandırılır, ödüllendirilir yada karşılığı bizi öbür dünyada gerek müspet, gerekse menfi bir biçimde bekler. Netice olarak kişi ettiğini çekmiş olur. Kişi için Kuranı Kerim’de de belirtildiği üzere; kendi eyleminden, yani emeğinin karşılığından, hasılı kazandığından başka hiçbir şey yoktur. Elbet C. Allah’ın nimetlendirmesi müstesnadır…!
Şu halde “kader vardır ama alın yazgısı değildir” başlığı altında anlatmış olduğumuz, “ömrün misyonsal olarak uzatılması ve kısaltılması” konuları da hatırlanılmak suretiyle kişi, hayatta kendisine olumlu misyon edinmek durumundadır. Bu edinmiş olduğu misyonun o kişinin ömrünü uzatacağı kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla bahse konu bu ömür uzatımı umulmalıdır. Sözünü ettiğim olumlu misyon ömrü uzatmasa bile, bizi öbür dünyada mutlaka ödül ile karşılar, ödül şeklinde bekler. Bu durum unutulmamalıdır.
Olumsuz misyonun çalışması da aynı olumlu misyona benzer, lakin neticelerinin şahsımız açısından olumsuz olacağı kaçınılmazdır. Hemen belirtelim ki şahsımız açısından oluşan bu olumsuzluk başkaları için büyük bir kazanca dönüşür.
Anlatmış olduğumuz, “Dünyasal sınav salonunun şartlarına uyup uymamak” halinin de benzer neticeleri oluşturduğunu hatırdan çıkarılmamalıyız. Şu halde bir insan hayatı yaşarken kendisine hangi türden olursa olsun, bir kısım hedeflerle bir kısım misyonlar edinmesi ve dünyasal sınavın şartlarıyla uyumlu davranması, kesinlikle o insanı hayata bağlar, daha genç ve zinde kılar, çoğunlukla ömrünü de uzatır.!
Tabii ki esas itibariyle biz olumlu anlamda misyon edinmek durumundayız ki bizzat kendimiz kârlı çıkalım; gerçek başarıyı yakalayalım. 
Demek ki, hayatımızı doğa, çevre ile bilimsel bilgiyle uyumlu tanzim etmek durumundayız. Bu ise bizim elimizdedir. Sorumluluğumuz da işte tam bu noktadır. Bizler elimizin ermediği, gücümüzün yetmediği, bilemediğimiz ve benzeri hiçbir şeyden sorumlu değiliz; Unutmayalım. Ancak elimizin erdiği, gücümüzün yettiği her alanda olumlu anlamda mücadele bizim asli görevimizdir. Bu mücadeleye ceht denilir; azim denilir. Sabır da bu nokta da gizlidir. Yoksa zulme katlanmak asla değildir. Direniştir. Cihat ise işte esas itibariyle budur. Yoksa eline silah alıp saldırıya geçmek değildir. Bir de zaten İslam’da saldırı savaşı yoktur; savunma savaşı vardır. Bu ise en meşru bir durumdur. Ortak insanlık değeridir.
Kısaca insanın halifeliği, eylemi, ibadeti, duası, tövbesi, yani genel anlamdaki ibadeti ve de kaderi  anlattığımız biçim üzere çalışıyor. İnsanın nihai yolcuğunun sonucu ve güzergahı bu şekilde belirleniyor. C.Allah’ın Kuran-ı Kerim’inde belirttiği gibi; insana kendi emeğinin, ibadetinin yani eyleminin dışında hiç bir şey yoktur. Bu hem olumlu hem de olumsuz anlamıyla böyledir. Ve evrende her şey kadere, yani yasaya bağlı olarak çalışmaktadır. Kişinin sorunluluğu; her ne yapmış bulunursa bulunsun, bu yasalara tâbi olması noktasında kendini gösterir. C. Allah’ın affı, nimetlendirmesi ve koruması hariç olmak üzere bahse konu yasalar, yani kader ona başka, buna başka türlü uygulanmaz. Elbette C. Allah’ın Af, koruma ve nimetlendirme kapısı herkese sonuna dek açıktır.!
Bu nokta itibariyle artık ben; hepimize tekrar tekrar nihai ve gerçek başarılar diliyorum..!         
Hemen hatırlatalım ki, birazdan açıklayacağımız, şeytan denilen virüssel yazılım da insana elektronik iletiler gönderir. Fakat bu programın iletileri de virüsseldir; insan ruhunu bozucu niteliktedir. O nedenle o türden yasa da iyi tanınıp oradan gelen iletiler kabul edilmemelidir. Mümkünse açılmamalıdır. Açılmışsa bile tahribatının engellenebilmesi, yahut da ortadan kaldırılabilmesi için yukarıdaki izahlarımız da nazara alınarak derhal tamirat ve tadilat çalışmalarına girişilmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder