DÜNYA İŞİ – AHİRET İŞİ
ANLAYIŞIMIZDAKİ YANLIŞLIK:
(DÜNYA; GELİP GEÇİCİ MANASINA SIFATTIR.)
“Dünya” kelimesinin doğru anlaşılması bundan sonra ela alacağımız, “İnsanoğlunun Yeryüzündeki Halifeliği” konusu ile “İnsanoğlunun ibadeti” konularının iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Ayrıca bu kelimenin doğru anlaşılması kitabın sair konularının da daha doğru biçimde anlaşılmasına neden olacak, böylece bizleri, birçok badireden kurtaracaktır. Gerçeği daha iyi görmemizi sağlayacak, toplumsal çürümenin durmasına katkı yapacaktır…
Çünkü hem Diyanet’in öğretisinde, ileride ele alacağımız bir çok konuda olduğu gibi, “dünya” kelimesine verdiği anlam, kelimenin Kuran’sal anlamıyla uyumlu olmayıp yanlıştır. Üstelik de “dünya” sözcüğünün doğru anlaşılması yaşamsal önemdedir. Bu önem her nedense hep göz ardı edilmektedir. Halbuki bu konudaki yanlışlık, toplumsal ve dinsel hayatımızı doğru anlayıp, ona göre doğru organize olmak bakımından bizleri büyük hatalara sürüklemektedir.
Bu kelimenin Kuran’sal anlamının doğru bilinmesi, dinsel konulardaki anlama, algıma ve yorumlamaların ona göre yapılması geleceğimizi büyük ölçüde ve doğru anlamda aydınlatacaktır. Böylece tavır ve davranışlarımız daha doğru bir zemine oturacaktır.
Konunun burasında, hemencecik şunu not düşmek isterim ki; “dünya” kelimesinin Kuran’sal anlamı ile, günlük dildeki anlamlarının ayırtına varılması hususunda Diyanet İşleri başkanlığımıza ciddi görevler düşmektedir. Bu karıştırmayı, öğretide bizzat kendileri yapıyorlar. Dinsel konulardaki açıklamalarını, bu karıştırmanın farkına varmadan yapıyorlar. Açıklama ve yorumlarını bu durumun farkına vararak ve doğru anlam üzerinden yapmalıdırlar!
Dediğim yapılırsa; ülkemizin gerek toplumsal, gerekse dinsel yaşamına büyük katkı yapılmış olacaktır. Böylece sırf bu kelimenin yanlış anlaşılmış olmasıyla oluşan örtüler ortadan kalkacak, bu örtünün altındaki çürümeye neşter vurulabilecektir...!
Kısaca açıkladığım ve açıklayacağım üzere; öğretimizde yanlış anlama ve algılamalardan birisi de “dünya” sözcüğü üzerinde odaklanmaktadır.
Şöyle ki; anlam yanlıştır. Dolayısıyla toplumsal, hayatsal ve dinsel algılamalarımız da yanlıştır. Doğru anlamın ne olduğunu bulmak için, bizim kullandığımız anlam ile Kuran’ın kullandığı anlamı mukayese ederek sonuca varmamız gerekecektir.
Anladığımız ve kullandığımız anlamda dünya: İçinde yaşıyor olduğumuz ortamın ve varlıkların adıdır. Farklı bir anlatımla; İçinde yaşıyor olduğumuz maddi olguları, varlıkları ve realiteyi içine alan bir, isim kavramdır.
Biz “dünya” diye, yeryüzündeki yaşantımızın adına diyoruz. Dünya işi deyince de; hali hazırdaki yaşamımızı sürdürebilmek için gereken faaliyetlerin tamamını anlıyoruz.
Hatta bazı algılamalarımızda dünya sözcüğü, bir gezegen olan “yerküre” yada “yeryüzü” anlamına dahi gelmektedir.
Halbuki Kuran, “dünya” kelimesini, bizim kullanmış olduğumuz anlamda asla kullanmaz. Hatta “yeryüzü” kelimesi için sürekli olarak, “arz” tabirini kullanır. Bu “arz” tabiri ise asla “dünya” demek anlamına gelmez.
Sonuç olarak: Dünya = Yeryüzü değildir. Yeryüzü = arzdır!
Zaten kuran, bu iki kelimeyi bizler gibi birbirine karıştırmış da değildir! İsim olan dünya değil, arzdır….!
Kuran’daki dünya = gelip geçici olmak manasına vasıf, sıfattır. Kuran’daki dünya= İçinde yaşadığımız olay ve olguların adı değildir! Dünya kelimesine bu anlamı bizler vermekteyiz. Verdiğimiz bu anlam Kuransal anlam ile uyumlu değildir. Şu halde farkı fark etmek durumundayız.
Bu kelimenin farklı anlamları doğru dürüst yerine oturtulup ondan sora görüş belirtilmelidir. Bu kelimenin anlamını doğru dürüst bilemediğimiz için, hem dünya hayatımızda hem de dinsel hayatımızda maalesef vahim yanlışlara düşüyoruz. Gerçekleri göremiyoruz! Ve başlıyor çürüme!
Biz de diyoruz ki; “Ey gurbet vekili; yeter artık çürüme!”
Kuran’ın kullandığı anlamı ile dünya: Bir kere Kuran bu kelimeyi isim olarak kullanmaz! Dünya kelimesini bir vasıf ve sıfat olarak kullanır! Dünya kelimesi gelip geçici manasına sıfat, vasıf yani özellik olarak kullanılınca anlam, bizim algılayışımızdan çok daha farklı olur.
Bu duruma göre “dünya hayatı” demek; gelip geçici hayat demektir. Yoksa yeryüzünde yaşıyor olduğumuz hayat demek olmaz...!
Tüm eylemlerimizle olaylar, halen yaşıyor olduğumuz hayatımızda, bu yerküre içinde, yani yeryüzü mekanında, içinde bulunulan zamanda gerçekleşmektedir.
Bir iş yada eylemin dünya hayatımıza elzem olması o işi dünya işi yapmaz. Yani bu konudaki ayrımı belirleyen husus, bu değildir. Zaten gerek dünyasal, gerekse ahretsel, her iş dünya hayatında yapılır.
Açıklamalarımızdan da anlaşılacağı üzere o işin, yada olgunun, dünyasal iş mi, yoksa ahretsel iş mi olduğunu, o işin burada, bu hayatta yapılmışlığı değil, o işin niteliği, vasfı belirler. Demek istediğimi iyi anlatıp anlatamadığımı bilmiyorum ama, bu sıfat olma ile isim olma ayrıntısı çok önemlidir. Aradaki fark iyi algılanmalıdır.
Bu farkı iyi algılayabilmek için de; “Amellerin niyetlere göre değiştiği” olgusunu hatırlamamız çok uygun olacaktır Evet, ameller niyetlere göre değişir. Şöyle ki: Her ne kadar, “kaş yapayım derken göz çıkarmak” iyi bir eylem değilse de, kasten birisinin gözünü çıkarmaktan oldukça farklıdır. Her iki eylemin neticeleri aynı olsa bile, hem eylem, hem de eylemi yapanın kusuru farklıdır.Bu açıklamanın nedeni şudur:
Hayatımızdaki yapılan her işin vasfını, illa ki niyetlerimiz belirler!
Kuran açısından bir eylemin, ahret işi mi, yoksa dünya işi mi olduğunu, o işin vasfı belirler. İşin vasfı belirlenirken de bizim niyetlerimiz çok ciddi bir önem arz eder. Bu durumun, olumlu yada olumsuz ibadet’in ne olup ne olmadığıyla yakın alakası vardır. Şöyle ki: Anlam, Kuran’daki doğru yerine oturunca, müspet manada ibadet olarak görmediğimiz bir çok ameliyenin yine müspet manada ibadet olduğu, tam tersine müspet ibadet sandığımız bir çok eylemin ise, yine müspet ibadet olmadığı görülecektir… Daha başka bir deyişle, dünya işi sandığımız bir çok işin, ahret işi, ahret işi sandığımız birçok işin de dünya işi olduğu ortaya çıkacaktır. Burada konuya ilişkin iki tanım vereceğim:
Dünya işi: Gelip geçici vasıfta olan, bizimle ahrete gitmeyen, ahrette işimize yaramayan, bize sadece dünya hayatında fayda veren işlerdir…
Ahret işi: Baki ve devamlı olan, hem dünya hayatımızda, hem de ahret hayatımızda bizimle olan, her iki hayatımızda da işimize yarayan, bizimle ahrete giden işlerdir.
Sonuç Olarak: Ne olursa olsun, herhangi bir eylemi, Allah rızası yönünde ve niyetiyle yapıyorsak, o iş ahret işi olmuş olur. Burada kalmaz. Bizimle birlikte ahrete gider. Her ahret işi aynı zamanda, dünya işi özelliğini taşır. Durum böyle olunca o işten dünyada da faydalanırız. Bu fayda en az, dünya işinin faydası kadardır…
Yaptığımız herhangi bir işte Allah rızası gütmüyor da, sadece nefsimizi tatmine çalışıyorsak, doğal olarak eylemin vasfı değişir. Bu yeni vasıftaki iş; sadece dünya işi olmuş olur. O işin sahibi olan kişi, o işi hiçbir yere götüremez.O iş buracıkta kalır.O işten sadece bu dünyasal hayatta faydalanılır. Bu durumu daha anlaşılır kılmak için bir örnek vermek belki uygun olur.
Diyelim ki; bir insan çok para kazanmaya çabalayıp duruyor olsun... Niyeti de bu kazandıklarıyla çocuklarına bakmak, çevresine, başka insanlara yardımcı olmak, onlara iş ve aş sağlamak, böylece de Allah’ın rızasını tahsil etmeye çalışmak olsun…
Bu adamın eylemleri dünya işi değil, ahret işidir. Çünkü Allah rızası gütmektedir. Gütmüş olduğu Allah rızası nedeniyle bu davranış güzel bir davranıştır. Ameli Salih cümlesinden olup doğrudan doruya müspet manada ibadettir. Bu davranışa, “dünya işidir.” denemez.
Ayrıca, “İbadettir lakin abdestini alır namazını kılarsan…” falan gibi bir kısım şartlar da dayatılamaz.
Bu türden bir iş yada davranış, yani Allah rızası güdülerek yapılan iş, her ne işi olursa olsun, müspet manadaki ibadetin hem ta kendisidir, hem de dünya işi olmayıp ahret işidir. Burada kalmayıp bizimle birlikte ve bize yarar sağlamak üzere ahrete gider.
Daha farklı bir anlatımla böyle bir davranış sergileyen ruh, sevgili bir ruh olmuş olur. Yani Allah tarafından sevilen bir ruh olur, orada sevgiyle karşılanır.
Bu konuyu şöyle söylemek de mümkündür ki; kul burada Allah’ı nasıl umar yada bilirse orada da öyle bulur. Zaten O kul burada Allah’ın rızasını aramıştır. Eylemini de bu arayışa dönük olarak sergilemiştir.
Dediğim gibi bu türden müspet ibadet türüne, “Amma namazını kılar, orucunu tutarsa” gibi vb. şartlar dayatmak yersizdir. Yukarıda andığım gibi, Allah rızası aranarak yapılan her eylem, bal gibi de müspet manada ibadettir. Namaz, oruç gibi Ameli Salih cümlesinin içinde yer alır. Ve kişiyle birlikte de ahrete gider.Madalyonun bir de öbür yüzü var ki;
İstediğin kadar namaz kıl, istediğin kadar oruç tut, Allah rızası için değil de, bunları nefsani çıkar ve arzuların için yapıyorsan, aklına en küçük bir, “bana iyi desinler…” anlamı geliyorsa, yaptığın iş asla ahret işi olmayıp, bal gibi dünya işidir. Daha doğrusu, Allah korusun; yaptığın eylemle üç beş kişiyi kandırarak elde ettiğin dünyalık faydadan başka kazancın olmaz. Yaptığın eylemlerin faydası asla seninle ahrete gitmez…! Burada kalır…!
Demek ki bir işin, dünya işi mi, yoksa ahret işimi olduğunu, o iş yada eylemin ne tür bir iş ve eylem olduğu değil, o iş yada eylemin ne için ve ne niyetle yapılmış olduğu belirlemektedir.
Diyelim ki; bir başkası da çok para kazanmak işini sırf nefsi arzu ve isteklerini tatmin etmek bakımından yapmakta olsun; Bu kişinin yaptığı iş elbette dünya işi vasfındadır. Bu türden bir iş ise ameli Salih cümlesinin içinde yer alamaz. Müspet bir ibadet vasfı da kazanmaz. Kişiyle birlikte hiçbir yere gidemez. Kişi bir şeyler kazanır ama, kazandığı dünyalıktır. Yaptığı iş elbet dünya işidir. Bu türden kazançlar buracıkta kalır. Burada ne faydalanırsan onunla kalırsın. Öylece tükenir. Sen yalnız gidersin ahrete… Yani o iş gelip geçici bir fayda sağlamış olur. O geçici fayda ise sırf bu dünyaya bile münhasır olmamış olabilir. Yani senin dünya hayatın tükenmeden dahi tükenip gidebilir. Örneğin: Yanar, çalınır, batar ve vs. olur. Böyle olmasa dahi zaten kendin öldüğün zaman onu terk etmek ve onsuz gitmek zorunda kalırsın.
İşte Kuran böylesi, yani, gelip geçici ve sadece bu dünyada fayda sağlayıcı vasıftaki iş ve eylemlere diyor dünya işi diye… Yoksa elbette bu yeryüzü ahretin tarlasıdır. Dünya kelimesini yeryüzü veya buradaki yaşantımızın adı olarak algılarsak, böylesine fahiş bir hataya düşmüş oluruz…! Bu yüzden dünya kelimesinin anlamını yapılan işin vasfında aramamız gerekecektir. İşbu alemdeki hayatımıza, “dünya hayatı” denilmesinin nedeni; onun bu alemde cereyan ediyor, yani yeryüzünde yaşanıyor olması nedeniyle olmayıp, “gelip geçici” olması nedeniyledir. Yani elan yaşamakta olduğumuz bu hayat, gelip geçici vasfı nedeniyle “dünya hayatı” olmuş oluyor.
Bu arada; Cenabı Allah’ın yeryüzünü değişime uğratarak, ahret hayatına da yeryüzünde kurabileceği ihtimalini unutmamak gerekir. Bu meseleyi böyle düşünmek konuyu daha anlaşılır kılar!
******************
İşin burasında daha aydınlatıcı olması bakımından, Bakara Suresi 200, 201ve 202. ayetlerini hatırlamak çok uygun olacaktır.
Bakınız orda C. Allah ne buyuruyor…
…………İnsanlardan öyleleri var ki: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver.” derler. Böyle kimselerin ahretten hiç nasibi yoktur.”
“Onlardan bir kısmı da: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, Ahrette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” derler.”
“İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. Allah’ın hesabı çok süratlidir…….” buyurmaktadır.
Durum böyle olunca, niyetlerimizi düzelteceğiz. Yani yaptığımız her eylemde Allah’ın rızasını arayacağız. Başka bir deyişle, Allah’ın rızasını kazanmak için ve de Allah’ın rızasını kazandırıcı eylemler yapacağız. Böylece tüm eylemlerimiz ahret işi, yani müspet anlamda ibadet, yani Ameli Salih olmuş olsun! Dikkat ediniz; Salih Amel sahipleri, aynen yukarıdaki verilen ayetlerde belirtildiği gibi hem dünyada nasiplendirilmektedirler, hem de ahrette… Aslında nasibin asılı ahrettedir. Dünyadaki nasip ise, gelip geçici ve sadece promosyondur. Aslında asılı alan promosyonunu zaten alır!
Fakat sadece dünya için, yani gelip geçici vasıf taşıyan işler için çaba gösterenler sadece bu dünyada nasiplendirildikleriyle yetinmek zorunda kalacaklardır. Ahrette onların her hangi bir nasipleri olamayacaktır. Zaten ahreti isteyip beklemedikleri onun için çalışmadıkları da ortadadır. Onlar zaten, tüm umut ve emeklerini dünyaya, yani gelip geçici vasıftaki eylemlere hasretmekten ve dünyalık olanı, yani promosyonu istemekten başka bir iş yapmış ve talepte bulunmuş değillerdir. Eylemlerinin sonucunun büyük bir hiçlik olduğu, olacağı ayan beyan ortadır.
Konuyu benim anlattığım cepheden anlayınca aslında din ve dünya
hayatımız zorlaşıyor gibi gelebilir, ama öyle değildir. Tam aksine, işimiz daha kolaylaşmaktadır. İnsan her ne yaparsa yapsın, yaptığı işte Allah rızası ararsa, sonuç inşallah gerçek bir başarıdır. Bu böyle bilinmelidir. Ne yaptığın değil, neyi niçin yaptığın önemlidir!
Bu yanlış anlama önlenince, hem dünyayı, hem de ahreti kazanmak adına çift emek sarf edeceğiz sanılmaz. Böylece İslamiyet zor görülmez! Hayat, dünya ve ahret için olmak üzere iki yönlü bilinmez! Dolayısıyla iki parçaya hasredilmez!
Yukarıda ele aldığımız, Bakara suresi 200, 201 ve 202. ayetler mucibince; sadece niyet düzeltilir; yapılan her iş, Allah rızasına özgülenir.
Böylece her halimiz müspet anlamda ibadet olur. Netice olarak da bir eylemle iki şey, yani hem dünya, hem ahret kazanılır!
Bu yoldan gidilince gerçek kurtuluşa yani ebedi mutluluğa erişilir. Gerçek kurtuluş ise; Allah’ın rızasını, buna bağlı olarak da, hem ebedi hayatın, hem de dünya hayatının ödülünü kazanmak demektir!
Bu da aynı şekilde; hem ahretin, hem dünyanın ödülünü istemekle olur! Esasen asıl olan, ana ödül ahretinkidir! Dünyalık olan, asıl ödülün promosyonudur! Ana ödül istenince, istekliye promosyon ödül de verilir!
Örneğin ekinini eken çiftçi; yaptığı ekim işinden Allah rızası beklerse, hem asılı alır, hem promosyonu…
Sırf dünyalık isteyen yanılır! Akılsızlık etmiş olur! Çünkü, asılı bırakıp promosyona sarılmış olur. Sadece onunla yetinmek zorunda kalır! Böylece asıla malik olamaz. Bir taşla iki kuş vuramaz!
Örneğin bağ diken bağcı; bu bağı dikmekle sırf nefsini ve kendi çıkarını düşünürse, sadece dünyalık istemiş olur! Durum böyle olunca da, alırsa sadece dünyalığı, yani promosyonu alır! Başkaca nasibi olmaz! Asılı kaçırmış olur!
Açıkladığımız durum karşısında, hem asılı, yani ahreti, hem de promosyonu, (dünyayı) kazanmak için artık işimiz niyete kalmaktadır. İyi niyetli olmak önem kazanmaktadır. Tüm davranışlarımız niyetlerimize göre anlamlandığından dolayı niyetimiz iyiyse, işimiz ahrete yararlı iş olur. Onun için, hep vurguladığımız üzere iyi niyet taşımak ve kullanmak asıl olandır. İyi niyet taşıyıp kullanmaktan bir kısım gerekçelerle caymak çok yanlıştır. Böylece her halimiz olumlu, müspet anlamda ibadet olmakta, sırf bu dünyaya değil, ahretimize de yararlı olmaktadır. Böylece her zaman bir taşla iki kuş vurmuş olmaktayız.
Dolayısıyla Bakara suresi: 200, 201 ve 202. ayetleri mucibince hem dünyadan, hem de ahretten nasiplendirilmiş oluruz. Niyetimiz bozuk olursa, dünyadan başka yerde hiç bir nasibimiz olmamış olur. Hatta dünyadan bile yeterince nasiplenemeyiz. Bakınız, konu hem böyle anlaşılınca ayetlerin anlamları nasıl da yerli yerine oturdu.?! Ayetleri hatırlayalım:
“…İnsanlardan öyleleri var ki: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver.” derler. Böyle kimselerin ahretten hiç nasibi yoktur.”
“Onlardan bir kısmı da: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, Ahrette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” derler.”
“İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. Allah’ın hesabı çok süratlidir…….”
Bir de burada denge konusu önemlidir. Tek yönlü olmayıp, müspet anlamdaki eylemlerimizi, ibadetlerimizi mümkün mertebe geniş bir alana yaymak durumundayız.
İyi niyetimizi ise asla bozmamalı, sana birisi herhangi bir kötülük yaparsa; o kişinin , aslında o kötülüğü daima ve ancak kendine yapmış olduğunun bilincine varmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder