28 Ocak 2012 Cumartesi

MARKSİT FELSEFEYE DÖNÜK BİR İKİ ELEŞTİRİ

MARKSİT FELSEFEYE
DÖNÜK BİR İKİ ELEŞTİRİ

             Bu arada şunu da belirtmek isterim ki:
İvriz’deyken bu konu üzerinde fazla kafa yormasam, yahut yoramasam da, daha sonraki yıllarda Marksist Felsefeyi bir güzel inceledim. Üzerinde derin derin düşündüm ve kafa patlattım.
Fakat şu sebep sonuç ilişkisi ve tez, antitez ile sonuç zinciri kanunu ile zıtların birliği, yani zıtlık ile sağlanan denge kanununun işleyişine dönük izahlarından başka konularda pek tatmin olamadım.
Özellikle şu Darvin Teorisi ve O’na dayalı izahlar bir türlü kafama yatmadı. Evrim zaten Kuran’ın kabul edip bildirdiği bir gerçektir. Üstelik onu her an yaşayıp durmakta, bilimsel olarak da tecrübe etmekteyiz.
Ne var ki, gerek Darvinistler ve Marksistler bu evrim gerçeğinin tepesine tüy dikmişler, oraya, işlerine geldiği biçimiyle bir sıçrama tahtası eklemişlerdir. Bu sıçrama tahtası kesinlikle aklıma yatmadı. Yani, maymunların geçmişteki bir türünün gelişe gelişe, pardon evrimleşe evrimleşe, belirli bir doyuma eriştikleri, artık noktadan sonra çekirge misali bir sıçrama yaparak, insan oluverdikleri şeklindeki açıklamalar çok acemice göründü bana..!
Ha keza bunca türün, sıçraya sıçraya oluştuğunu düşünmek, doğrusu çok güldürdü beni. Düşünebiliyor musunuz? Sıçramanın belirli bir yönü, şekli, vasfı, ölçüsü, ayarı, yasası  yada esası falan da bulunmuyor, beğenen beğendiği şekil oluyordu. Ama biz biliyorduk ki, evren hep düzen üzereydi ve şaşmaz, yanılmaz yasalara tâbi idi. Hatta mucize denilen olağan dışılıkların dahi bir yasası vardı. Ama bu yasalar bir defalık yada seyrek kullanılan istisnai yasalardı. Ne var ki bunlar dahi yasasız kendi başına olamıyordu..!
Nitekim Darvin’den sonra ortaya çıkan, ve hızla gelişen başta gen bilimi ve teknolojisi olmak üzere sair bilim dalları senin söylediğinin atlama tahtasının, pardon sıçramanın olamayacağını ayan beyan kanıtladı. Bu konunun detayları elbet ilgili kaynaklardan araştırılıp, öğrenilebilir.

                      ******************
Diyalektik materyalimin tarihsel yorumu da işi diğer taraftan tutturuyor, İlla da, “Dinler afyondur, mutlaka yok edilmelidir. Hem ortada tanrı falan da yoktur; o tanrılar, insanların bir kısmının diğer bir kısmını ezip sömürmeleri için yarattıkları şeylerdir.” diyordu. Aslında söylediklerin bir kısmı yukarı Darvin Teorisi meselesinde olduğu gibi, bu konu hakkında da doğruydu. Lakin eksikleri, yanış ve yanılgıları pek çoktu..!
Mesela;
-Dinler halkın afyonu haline getirilebiliyordu. Yani hal aleyhine kullanılıyordu. İyi ama aynı nasiple kendisi de nasipleniyordu..!
-Hem dinin gerçek tanımı, yaşam biçimi demekti. Bu durumda kendisi çok kabadayı bir din olarak çıkmıştı ortaya. Ve gerçekten de insan icadı bir din idi.
-Evet, insanlar gerçekten de “uydurma tanrılar yaratıyorlardı.” Ne var ki bunu yapanların en başında kendisi geliyordu. Nitekim tabiatın bizzat kendisini tanrı, Materyalist felsefenin kurucu ve düşünürlerini de peygamber, hatta yarı tahtına oturmuştu.
- Materyalist felsefenin söylediğinin aksine, Kuran’ın en karşı çıktığı olay, insanların tanrılığa kalkışmaları, yani şirkti. Bunu yolu ise pek çoktu. Mesela Allah adına kural koymak, halkları Allah ile aldatmak bunlardan başlıcalarıydı. Bunu peygamber dahi bunu yapamazdı.! Anlaşılan o ki, insanlarda var olan tanrı ve din tahtına sadece kendisi oturmak istiyordu aslında. Bal gibi de söyledikleriyle çelişiyor, dini ve tanrıyı yeni baştan asıl kendisi icat ediyordu.
- Elbette insanın aklını kullanarak ve evrendeki düzene ve yasalara, o yasaların işleyişine bakarak Bu yasaların bir koyucusunu olduğunu kabul ile Allah’ı bulması insanların tanrı yaratması anlamına gelmese gerektir.
-“Tanrı yaratmak” bambaşka bir şeydir. Mesela dayanaksız bir kısım maddi ve manevi varlıkları, yani varolan yasalar eliyle yaratılmışları, oluşturulmuşları tanrı kabul etmek gibi… Dinsel alandaki  bir kısım şahsi kanaatleri, kural haline getirip, gerek kendi çıkarına gerekse iyi niyetle halka, halklara dayatmak gibi… Her türlü düzen, din yada ideolojiyi kendi çıkarına kullanmak gibi…
-Tutuyor bir de Tanrının yokluğunu izaha çalışıyordu. Özellikle bu izahlar konusunda bir hayli çuvallıyor, sadece kafa karıştırıcı bazı şeyler öne sürüyordu…!?
Mesela, her şeyi yapmaya muktedir saydığımız Allah yada tanrının geçmişi değiştiremeyeceğini söylüyordu. Be adam nerede kaldı istikrar ve düzen, nerede kaldı vaadinde durucu olan Allah.!? Bunu ve bu anlamdaki değişmezliği, vaadinde duruculuğu, ayar ve düzenindeki, yani ölçümlendirme, yazalım ve yasalaştırmasındaki sonuç şaşmazlığını, bizzat C. Allah kendisi söylüyor Kuran-ı Kerim’inde.! Üstelik bu şaşmazlık anlamındaki geçerlilik, sadece sürekli uygulanan temel yasalar için değil, gelip geçici uygulanan mucizevimsi, yani olağan dışılıklara dair olan yasalar hakkında da geçerlidir. Aslında asıl mucize bir kuralın istikrar içinde sürekli tekrarlanıyor olması hadisesinde gizlidir. Yoksa mucizevimsi uygulamalar bu husustaki daha basit yasalardır.
Hem söyler misin bana, geçmişin değiştirilmesine bir gereksinim var mıdır ki? Sen de söylüyorsun, her yarın geçmiş üzerine bina değil mi ki.? Öyleyse hani nerede kaldı şu senin sebep sonuç ilişkisi ile, tez, antitez ve sentez yasan.! Hem bu geçmişin artık değiştirilemeyeceği tabiatsal bir yanının gereği değil mi.!? Peki o yasaları sen mi koydun, yoksa bir yasa koyucu mu yaptı onları.?
Şu bilgisayar çağında, aklını başına al da iyi bir düşün ki; O bilgisayarların bizzat kendisinin de, ortaya çıkardığı sonuçların da çalıştırıcı, sonucu oluşturucu programları var. Yazıcıdan çıkan yazıdan tut da ne olursa olsun bu böyledir. Bahse konu bu programları olmasa, netice hiçtir!. Yani o ortamda ortaya çıkan her netice, bu programların, yani bilgisayar ortamındaki bilgisayarsal yasaların işidir. Ve bilinç programdadır. Aslında böyle demek dahi yanlıştır. Bilinç o programları yapanlardadır. Yoksa bilgisayarın bizzat kendisinde ne bilinci olmuş olabilsin ki.!? Hele hele ortaya çıkarmış olduğu bir olguda..? mesela yazıcıdan çıkan yazıda; yahut oynanan bir oyunda...?
Demek ki everin çalışması da, çalıştırılması da aynen böyledir.! “Levh-i Mahfuz” dediğimiz, Allah nezdindeki, daha kapsamlı ama tanrısal boyutlu bir bilgisayar ile çalıştırılmaktadır. Tabii ki O’nun da ana kurulum programları olmakla birlikte evren denilen varlık daha elle tutulur neticeler oluşturucu programların, yani yasaların ürünüdür. Diyelim ki, örneğimiz aynı olsun; yazıcıdan çıkartılan bir yazı misalidir.
Durum bu olunca evrenin bilinci ne ola ki…?
Aynı yukarı paragrafta andığımız gibi, bilinç tabiat yasalarındadır. Aslında bu yanlıştır. İşin daha doğrusu o yasaları ortaya koyanda, bu programları yapıp çalıştırandadır. Siz O’nun adına ne derseniz deyin, asla fark etmez.! İşte O Allah’tır; Allah olan da işte O’dur.!
Haaa..! Yukarıda, bilgisayarı ortaya koyan, yapan yaratan ve çalıştıran bilinçten daha doğrusu insan bilincinden bahsettik. Öyleyse konuyu biraz açalım.
Evet; insan bilinç sahibidir. Bu bilince akılla erişmiştir. Akıl ise onun en yüce nimetidir. Bu nimet tanrısal özellik taşır. Ve bu nimetin yaratma gücü vardır. Ancak bu güç tanrısal boyutlu olmayıp, insansal boyutludur. Ve bu kendisine bizzat Cenabı Allah tarafından bahşedilmiştir. Parçadır. C. Allah’taki bütüne bağlıdır. İla nihai O’nun denetiminde ve O’na bağlı olarak iş ve işlev görür. 
C. Allah’ın, yeryüzünde kendisine bir vekil yaratmasının da, İnsana kendi ruhundan bir parça üfürmüş, yani vermiş olmasının da, “Ben size şah damarınızdan daha yakınım.” demişliğinin de, İnsanın Ruh sahibi olmasının da, “Ene-l Hak’ım” deyenlerin, dediklerinin de, asıl anlamı işte budur.
Bu konudaki daha doyurucu açıklamalarımızı “Gurbetteki Vekil” adlı çalışmamızda daha detaylı bir biçimde yaptık. Bu kitabın hacmi de, konumuz da daha fazla açıklama yapmaya uygun değil. Arzu edenler oradan okuyabilirler.!
Bil ki Allah’ın teşbih olunan eli, kolu, işte senin de bulup çıkardığın o yasalardır ve de insanlardır.!
-Bir de tutturmuş, “üçgenin kenarının üç olduğu gerçeğini tanrı değiştiremezmiş”, yukarıdaki açıklamalarımız karşısında tam bir laf salatası. Doğrusu buna herhangi bir cevap vermeye dahi gerek duymuyorum. Bu adam dünya kurallar dünyası. Senin bir yandan ölçerken bir yandan döktüğündeki  söylediğin gibi kuralsızlıklar dünyası değil.
-Bunlarla falan Allah’ın yokluğu kanıtlanmaz. Daha doğrusu sen başını kuma gömüp bunları söylemekle falan var olan evrensel kuralları koyun, onları çalıştıran yok olup gidemez. Bu senin dediğin imkan harici bir durumdur.
-Bir de din için “dogmadır.” diyorsun.! Din, özellikle de Kuran-i yol, dogma değil, bilimsel bilginin tamamlayıcısı ve ta kendisidir. Bilimsel bilgi Kuran’ın bir parçası yada şubesidir. Kuransal bilginin dogma olmadığını, hattı zatında bilimsel bilginin temel alınan ilk noktasının farazi olduğunu biz “Kördöğüşü” adlı kitabımızın, “Tek Tanrıcılık, Çok Tanrıcılık” başlığı altında bir güzel açıkladık. Arzu edenler oradan okuyabilirler. 
Hem sen niye illa da, hak hukuk adına, ezilenler adına bu tanrı meselesine bu kadar takmışsın.? Bak onca insanı incittin ve ocuttun kendinden. Halkları esenliğe ve özgürlüğe kavuşturmak için pek mi elzem senin dayattığın bu konu.!?
Tam tersine, sadece Kuranın tanımladığı, her şeyin üstündeki bir tek Allah’a kul olup, başka şeye, başkasına ve de kula kul olmamak özgürleştirir insanı..! Ve de nefsi ile çıkarının esaretinden kurtulmak…! Ve bil ki kendi nefsine köle bir insan, ne olursa olsun, neyi bulunursa bulunsun, dilerse dünyalara hükmetsin, onun hep satın alınabilecek bir bedeli vardır ve asla özgür olamaz. Ve sadece Kuran-i yol kapatır kula kulluğun, çıkara kulluğun, nefse ve şeytan denilen, insan ruhunu, insan aklını ve kişiliğini bozucu mahiyetteki virüssel yasaya olan kulluğun yolunu..! Ve böylece sağlanır hak, adalet, vicdan, merhamet, demokrasi özgürlük, metanet, cesaret, vs. …!
Zaten anlaşıldı ki o tahta sadece kendin oturmak gayreti güttün. Güttün ama pek de tutmadı.!
Dediğim gibi, bu konu üzerine bir hayli kafa patlattım, lakin bu konuların detaylı izah yeri burası değildir. Sanıyorum hoşgörünüze de zorlayarak burada, maksadın ortaya çıkmasını sağlamanın da ötesinde açıklamalar yaptık.
  
Tüm bu açıklamalardan sonra, artık bu nokta itibariyle ve elimden geldiğince “dua ve tövbenin” açıklaması ile ibadet anlamı çerçevesinde kaderle olan bağıntısını irdelemeye  çalışacağım; lütfen buyurun.!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder