28 Ocak 2012 Cumartesi

H- Mistisizm


           H- Mistisizm

           Olağan dışılık, gaipten / bilinmezlikten sesler ve işler ile hisler / duygular gibi vs. anlamlar içerir. Lütfen dikkat ediniz: Dinimizde mistisizme yer yoktur! Mistisizm din değildir. Onun sonu hurafedir.
           Din olağanda ve doğalda, düzende ve intizamda aranmalıdır.
           Yine önemle belirtmek isterim ki: Allah’ı harikuladeliklerde, olağanüstülüklerde, mucizelerde, kerametlerde arayışımızın; büyük ve temel yanlışlarımızdan biri olduğunu unutmayalım! Dini mistik konularla anlatırsak, halk hurafeciliğe ve üfürükçülüğe meyleder.
            Nitekim diğerleri de aynı şekilde olmakla birlikte, insanlığın gelişmişlik düzeyi itibariyle ve daha evrensel oluşu nedeniyle, özellikle İslam’ın Muhammed-i  versiyonu, dini, dinsel hayatı, daha doğrusu hayatın bizzat kendisini mistiklikten, olağan dışılıktan, mucizevimsi oluş ve olgulardan olağana çekmek, işi eşyanın tabiatına taşımak üzere inzal olunmuştur. (indirilmiş, gönderilmiştir.) O nedenle Muhammed-i İslam, kendisini her fırsatta akla ve bilme öykündürmüştür…!
            Bir Kuran takipçisin yolunda asla yukarı paragrafta andığım tür olumsuzluklara yer olmadığı gibi, bu yol metafizik bir çöplük falan da değildir. İşin daha da önemlisi; bu yol, üfürükler, hurafeler, akıl ve bilim dışılıklar, tutuculuklar, cehaletler, şekilcilikler vb. olgular yolu falan değildir. Tamamen bilimsel bilginin ve aklın yoludur.
Hal böyle olunca; gerçek bir Kuran takipçisi her dönemin özlenen, aranan insan modelidir. Yani diyelim ki; en demokrat, en hoşgörülü, en ilerici, en bilimsel bilgi taraftarı ve uygulayıcısı vb. insan odur..! Yoksa İslam, (Kuran) adına tarihsel süreç içinde sergilene gelmiş bir kısım saçmalıklar değil.
Tüm bunlara bunların tersi yapılınca toplumda, yahut bilenin bilmeyenin zihnin de, ağzı olanın ağzında, din, yahut özellikle İslam denilince bir kısım, güya harikulade işler yumağı canlanıyor ve dilleniyor. Halbuki tüm olağan dışılıklar aynı zamanda din dışıdır, din dışılıktır da…! Bu husus çok iyi bilinmelidir.
Şu halde aklımızı başımıza alalım ve bilelim ki;
          “Aaaa.!  Bakın, arı peteğin üzerine Arapça “Allah” yazmış!”
            Yok: “Ağaçlara karşıdan bakılınca Arapça “La İlahe İlla Allah” şeklini oluşturmuş…!”
            Yok efendim: Ağaç, kuturdan  (çaptan)  kesilince görülmüş ki, kesitinde  “Allah” yazısı varmışmış…!”
            Daha neler Efendim: “Falanca yerdeki taş, aynen secde eden bir insana benziyormuş muş.!” (Sanki her nesnenin, her kavmin, her milletin ve her ümmetin secdesi farklı değilmiş gibi…)
           “Buyurun isterseniz: Bunların boy boy resimleri işte burada! İşte bilin ki: Allah vardır. Din haktır..! Hatta götürün bu resimleri evlerinizin  baş köşelerine asın ! Bize de biraz para verin falan!
           Efendim; geçelim bunları!  Bunlar bir şey olmadığı gibi, bir şey de ifade etmezler. İslam kesinlikle buralarda değildir. Buralarda İslam arayanın sonu hüsran olur.
           Varıyorsun camiye; falanca zatın kerameti, filanca zatın yedi kat göklerdeki hali, olağanüstülükleri ve harikuladelikleri anlatılmakta! Kardeşim, olmadı… Olmadı…!
           Filanca zatın kerametinden sana ne, bana ne? Sende bende var mı? Sen ona bak…! Sonra derece, yetenek his ve akıl bakımından herkes eşit mi ki? Biz nasıl örnek alalım o dediğin zatı. ? Hem Peygamber Efendimiz nerede? O evvela, bir kul idi. O’nun kulluğu nerede. Sen her şeyi harikulade yerlere çıkarmışsın. Biz ise oralara erişemiyoruz. Sen böyle anlata - anlata biz de, “Din böyle olacak:” sanıyoruz. Onu da atlayıp her şeyi olağan dışılıkta arıyoruz. Olağanı bir kenara bırakıyoruz. Böylece geliyoruz şirkin kapısına…! Belki de ta içerisine. Söyle bakalım: Bu gidişle bizim yolumuz nereye? Belki de şirkin ta orta göbeğine!
             Kalkıp bir de şirki kınıyorsun. Ben de sana diyorum ki: “Aslında şirkin kapısını sen aralıyorsun.! Bizi oradan aşağıya sen iteliyorsun. Hatta bizim önümüzde sen varsın. Hani şu  meşhur: “İmam gaz kaçırırsa, cemaat şey yapar.” lafı var ya.?!  İşte öyle bir şey… Bilmem anlatabildim mi.?
           Konuyu fazla dallandırmadan toparlamaya çalışayım; Konuyu tanımlamaya çalıştığım kader algılamasının dışına taşırıp da, aksinin savunulması insanı ister istemez, determinizme yahut da Cebriye Mezhebi’nin yoluna götürür. Şimdi benim bu yazdıklarıma karşı çıkacak olan ve özellikle de kendisini: ”dindar yada din adamı veya alimi” olarak görenlere şunu hatırlatmak isterim ki:
            Bu çelişkinin pekala da farkındasınız. Farkında olduğunuz halde dini, hatta Allah’ın varlığını dahi determinizmin savunularıyla anlatmaya kalkıyorsunuz. Halbuki  bu yol yanlıştır. Kuran, insan sınavı anlamında determinizme asla yer vermez.
           Kuran asla dini böyle anlatmıyor. O akla hitap ediyor. Bilime hitap ediyor. Olağanı ele alıyor. Küresinden zerresine dek, evrendeki düzenli işleyişi ele alıyor. Ve öylece anlatıyor dini. Ve olağanda gösteriyor dini. Ve istikrarda gösteriyor onu. Dini biz de normalde ve olağanda aramalıyız.
         Ha keza: Allah’ı da olağanda ve düzen de aramalıyız. O’nu dediğim yerde rahatça buluruz. Bunları olağanüstülükte aramak insanları yanlışa sürükler! İnsanların önlerine şirk kapıları da işte böyle açılır.
         Bakınız: Belirli bir düzen içinde güneş doğup batmada ve mevsimler oluşmakta…. İşte din ve Allah bu düzende aranmalıdır.  Harikuladelikte Allah ve din aramanın sonu şirktir. Hurafe ve büyüye bel bağlayan bir toplum oluşturmaktır. Nitekim durumumuz budur. Bu hal insanlığın eski hastalıklarındandır. Sapmalar buralardan başlamıştır.
          Kuran bu hastalıklara da şifa olarak inzal edilmiştir. Ama anlattığım yoldan gidilmeli ki şifa bulunulabilsin! Yoksa olmadık şeyleri ve kişileri büyütür toplumun önüne sürerseniz, halk da, dini buralarda arar. Böyle olacak sanır, mistisizme sapar. Bahsettiğiniz kişi ve olayları kendine örnek edinmekle, yani vesile  ve aracı edinmekle büyü, üfürükçülük ve nihayet şirk kapısından içeriye girer. Bu çok ağır bir vebaldir. Bu vebal kimin olacaktır.?
            İlgili beyler! Lütfen Aklınızı başınıza alınız! “Büyücülük dince haramdır. Sakın yapmayın ve  yaptırmayın.” Demekle iş bitmiyor. Şu, “imam-cemaat” meselesi var ya…! İşte öyle oluyor. Durum bu olunca da böyle: “büyücülük haramdır.” Falan demenin bir faydası olmuyor. Sen zaten onu akıl dışılığa alıştırmışsın.! Adam ne yapsın?
            Sen kitabına dön..bırak Ali’yi, Veliyi… Senin kitabın akla hitap ediyor. Akli şeyleri anlatıyor. Akıl ve bilim dışılıklarla olağan dışılıkları değil.!
            Asıl fayda; söylemiş olduğum zaaf noktası kapatılarak elde edilebilecek bir sonuçtadır. Aksi davranışlar ise temelli yanlıştır.
            Buraya hemen sunu eklemeliyim ki: “Din dogmadır.” diyenler İslam cephesinden yanılmaktadırlar.
            Biz konuyu “Kördöğüşü” adlı çalışmamızın “Çok Tanrıcık - Tek tanrıcılık” bahsi içinde irdeledik ve bilimsel bilgiyi oluşturabilmek için, ilk etap itibariyle belirli bir noktanın, yer, olay, yahut olgunun faraza metoduyla illâ ki odak edinilmesi gerektiği, İşin bu noktasında bir dogmalık ve kanıtsız ön kabul bulunduğu, bunun ise zorunlu olduğu, ancak ileri aşamalarda elde edilen bilgilerle bunun dahi denenip denetlendiği, gerekiyorsa değiştirildiği, Bilimsel bilginin bulguları durumundaki yasaların; ”faraza tabiat yasalarının” nasıl olup da ortaya çıkmış bulunduğuna, yahut varlık  kazandığına dair soruya verilen cevapların illâ ki dogma nitelik taşıdığı, Bunların içinde, yine de Kuran’sal verilerin daha sağlıklı birer cevap oluşturduğu, başkaca izahların çıkmaz sokak ve asıl dogmatiklik, hatta atmasyon bilgiler olduğu vb. sonuçlara eriştik.!
          Evet, dogma olan dinler vardır. O türden dinlerin sayısı pek çoktur. Bunların hepsi de, şirk dinleridir. Sapkın ve çok tanrılı dinlerdir. Hatta dinsizlik dinleridir. Batıl dinlerdir!
            İslam ise; hayatın normali ve olağanıdır. Bu durum ta Adem’den beri böyledir. Kuran ile zirveye erişmiş olan İslam; dogmadan uzak bilimsel bilginin ta kendisidir.
             “Ben Müslüman’ım.” diyen de, “Değilim.” diyen de bunu iyi bilsin. Hiç kimse, adı Müslüman olup, kendi Müslüman olmayanlara bakıp da, İslam’ı yani Müslümanlığı öylesi kişiler tarafından sergilenen, hayat tarzı gibi bir, hayat tarzı falan sanmasın. Kuran’da söylediklerimizin aksini arayanlar, ister inançlı olsun, ister inançsız olsun hepsi  yanılır. Bu durum böyle bilinmelidir.
            Artık bu noktadan sonra ben, tüm iyi niyetli insanları, Kuran’ı art niyetsiz olarak ve de  anlamak adına okumaya davet ediyorum. Bunu yapana evvela Allah, sonra Kuran mutlaka yardımcı olacak, yol gösterecektir. Üstelik inanmış inanmamış ayrımı yapmayacaktır. Daha da üstelik inanıp inanmama şartı da dayatmayacaktır. İlla yardımcı olup yol gösterecektir. Demesi parayla falan değildir. Sadece iyi niyetli ve art niyetsiz olunuz kafi gelecektir. Bu hususu ayrıca, kendi bildikleri dini başkalarına dayatmak arzusu taşıyanların da dikkatlerine sunuyorum. Lütfen özellikle dinsel alanda kendi görüşlerinizi kesmeye dayatmayın. Yegane doğrunun sadece mensubu bulunduğunuz cemaatin söyledikleri olduğunu falan sanmayın. Hele hele o, “Siz Kuran’ı anlayamazsınız. Anlasanız dahi yanlış anlarsınız. En iyisi siz bizi dinleyin. Kuranı da Arapça okuyun.” teranelerini terk edin. Kuranı anlamak için okumanın önüne engel çıkmayın. Bırakın herkes kendisi, doğrudan istifade etsin Kuran’dan.
            Tabii ki çocuklarımızın eğitimi, dostlarımızın iyiliğini arzu etmek bambaşka konulardır. Yine de yol, dayatmak ve baskı olmayıp gönül kazanmak, yani insan gönlü fethetmektir. Kimseyi kimseden ayırmamaktır.
Mevlana’nın dediği gibi: “Ne olursan ol, yine de gel.” demektir, diyebilmektir…! Ancak gelene düşen görev ise; elbet geldiği yerin düzenini bozmamak, oranın kurallarına uymaktır.

                      ************************
            Burada yukarıdan beri anlatmakta olduğum kader anlayışı hakkında farklı bir yönü hatırıma gelmişken not düşmek isterim. Dediğim gibi din olağanda ve düzende aranmalı demiştik. Elbet düzen, işleyen bir planı gerektirmektedir.
C. Allah kıyameti oluşturacağı zaman halen yürürlükte olan planı, düzeni kuralı, yani işleyişin kaderini muhtemelen değiştirecektir. Kıyameti değişen bu kader, yani plan, kural üzere oluşturacaktır. Bu yeni durum karşısında ise elbet maksadına uygun yeni düzenleme, yasa ve yazılımlar yapacaktır. Netice olarak ortaya bambaşka olgu ve şartlar koyacaktır. Koyacaktır çünkü hayat baki bir hal alacaktır. O düzen için de elbet dünya (gelip geçici) olmayacaktır.
Kıyametin planı, elbet C. Allah’ın sonsuz ilmi içinde mevcuttur. Ancak konu programın yazılımının Levh-i Mahfuz üzerinde yapılıp yapılmadığı hususunu bilemiyorum. Ancak şu var ki “Ol.!” Emri elan verilmiş değildir. Çünkü “Ol.” Denilmekle onun dahi oluvermesi gerekmektedir. Yine de ben yanılıyorum da “Ol!” emri verildiyse dahi takdir edilen zamanı beklemekte olsa gerektir. Ama burada kesin olan bir şey var ki o da, o zamanki hiçbir şeyin bu zamana benzemeyeceği hususudur. Yani belki de kıyameti çoktan kaderlemiştir! Bunları bilemiyoruz.
Hatta hatırıma şöyle bir şey daha geliyor ki madem insanoğlu C. Allah’ın yeryüzündeki halifesi, vekilidir!? Kim bilir belki, kıyameti de insan eliyle, yani onun halifeliği, vekilliği kanalıyla yapacaktır.!? Bilemiyoruz. En doğrusunu kendisi biliyor!
Öyle ya belki de insan, nükleer bir patlamayla dünyanın dengesini bozacak, gidip dünya aya, o da güneşe çarpacak, böylece evren tam bir herc-ü merce uğrayacak kıyamet de böylece oluşacaktır. Onu kendisi bilir. Biz bilemeyiz.
Şu halde C. Allah, elan içinde bulunuyor olduğumuz zamandan çok önceleri, yani bize göre ezeli sayılabilecek bir zamanda, genel anlamdaki kıyametin (“Genel anlamdaki” yada sadece “kıyamet” demek yerine, “insansal manâdaki dünyasal hayat bakımından kıyamet" demek belki daha doğru olacaktır.) oluşacağını, irade buyurmuş durumda olduğunu ve fakat zamanını henüz irade buyurup takdir etmediğini söylemek mümkündür..! Ki bunu irade  buyurduğu anda, bu konuya dair olacak olan bir “Ol..!” emri ve onayı gündeme gelecek, böylece“Ol” yazılımı, yani kaderlemesi Levh-ı Mahfuza düşecek, nihayetinde ise kıyamet hemencecik kopuverecektir.
Tüm bu anlatılanların neticesi olarak kader konusunda basitçe bilmemiz gereken şudur:
             Kaderin, yani kural ve yazılımın gereği olarak, C.Allah tarafından çoğunlukla baskın irade ve eyleme sonuç bağlanır. Ana kural bu olmakla birlikte, bunun istisnaları vardır. İşte bu istisnalar ve genel işleyiş bize, birçok yazılımın ezeli olmadığını, elan olduğunu, sonradan yapılacak yazılımların da bulunduğunu kanıtlar…
            Bütün bu anlatımlarımızdan da ortaya çıktı ki, dinde mistisizme ve olağan dışılığa yer yoktur. Her şeyin bir yasası, yani kaderi vardır. Ne var ki bizler, durumu kavrayamadığımız çoğu zamanlarda olağan dışılıkta yollar aramaktayız. Bu durum bizim yersizliğimizden başka bir şey değildir. Aslında, Allah’ın kullarına bildirdiği, yani tevcih ettiği her şeyin bir izahı vardır. Biz bu hususa aşağıda birkaç örnek vereceğiz.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder