b-Kader ise;
Kader açıkça; ölçü, ayar, hesap, yasa, yazılım, program vb. demektir. Hep anlatıla geldiği, daha doğrusu bir türlü anlatılıp anlaşılamadığı gibi, ”alın yazgısı” demek değildir.
Tekrar edelim ki kader; Ölçü, ayar, hesap, kitap ve nihayet bilgisayar yazılımı gibi ama, çok daha kompleks ve üstün bir şeydir. Daha doğrusu yukarıda değinildiği gibi; bizzat Allah tarafından konulmuş olan tabiat yasaları kader cümlesindendir. Ve kader hep değindiğimiz gibi yasalarla çalışır. Sebep sonuç bağıntısı içinde iş ve işlev görür. Ne var ki C. Allah’ın sürekli denetim ve onayı dairesince çalışır.
Ve bir de C.Allah her şeyi otomatiğe bağlamış değildir. Gidişin boşlukları vardır. Bu boşlukları giderayak Yeryüzündeki vekilleriyle birlikte doldurur. Ne var ki nihai takdir kendinindir.
Demek isterim ki, tabir caizse “Göç yolda düzeltilir.” Bu dediğimi yadırgamayın. Böyle planlamıştır çünkü O..! Aksi halde kulun sınavı gerçekleşemezdi. Ayrıca Allah’a yaptığımız dualar ve beklediğimiz yardımlar boşuna olurdu.
Şu halde; sen kendini 8-10 katlı bir binanın tepesinden aşağıya atarsan ölürsün. Bunun kuralı, doğal sonucu budur, Allah, insanın kendisini 10 katlı bir binanın tepesinden atma eylemine ölme sonucunu bağlamıştır.
“Bu sonuç asla şaşmaz ve değişmez” demek gibi bir şeydir kader.
Ve kader, bu kuralın yani yasanın koyucusu Allah’tır, demektir. Demek ki kaza ve kader; işte bu minval, yani oluş üzere Allah’ındır. Anlamamız gereken de budur. Yoksa cebri bir alın yazgısının sonuçları oluşuyor yada buna benzer bir şey söz konusu değildir. Kader’i böyle cebri bir yazgı sayarsak; hem çelişki doğar, hem de kader’in anlatımı ile anlaşılması imkansızlaşır.
Demek ki her haltı karıp, alın yazgısı, yani cebrilik anlamında; “Benim kaderim buymuş.” deme olanağımız yoktur. Zannımca bu tür alanlar, göçün yolda düzeltilen bölümleri olsa gerektir. “Eceli Allah bilir.” demenin manâsı da aynı yönde olmalıdır. Yani, “Kişinin hal ve hareketlerine göre, nihai onay mercii olarak onaylayacak ve o kişinin eceline karar verecek olan O, yani Allah’tır; bu kararı ne zaman vereceğini kendisi bilir.” demek manasınadır sanıyorum Yoksa (kader bahsi içindeki anlatımlarımız dahilde olma kaydıyla), “Filanca zamanda yazılımı yapılmış bir eceli C. Allah gizli tutuyor.” anlamında olmasa gerektir.
Bu noktadaki cebrilik, sadece eylemle doğuracağı sonuç arasındaki ilişki, yani illiyet bağı açısındadır.
Yine de şu var ki, Allah bu atlama eyleminin kadersel sonucunu onaylamazsa ölüm gerçekleşmez…!
Nitekim “Kader” kelimesi Kuran’da bir tek yerde geçer: O da; Kamer Suresi’nin 49. ayetidir.
Konu ayetin anlamı: ”Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” demektir. Ölçü=ayar, hesap, plan, program, yazılım=kader demek oluyor.
Tevbe Suresinin 59. ayeti ile Hadid Suresinin 22. ayeti de konuyla yakından ilgili olup, yukarıdaki açıklamalarımızı doğrulamaktadır. Ayrıca bu ayetler yukarıdaki açıklamalarımız paralelinde anlaşılmalıdır. Aksi halde insan iradesinin özgürlüğü ile insanın yeryüzündeki halifeliği reddedilmiş olur…! Ayrıca Allah’ın İrade sıfatı sakatlanmış olur. Çünkü Allah, hiçbir şeyle mukayyet yani sınırlı değildir…. Dilediğini yapar! Sırasıyla ayetler şöyledir ki: Tevbe 59: “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez…….”
Hadid 22: “Yeryüzünde vukuu bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitap ta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”
Bu iki ayet dahi, kaderin tanımında asıl olan ölçü ve ayarın yani, yazılımının olay olmazdan önce yapıldığının işaretini taşır. Şöyle ki; Allah olay ve olguların nihai onay merci olmakla O’nun onayı bir “Ol” emri içermiş olur. İşte bu dahi bir yazılımdır, yasadır, kaderdir. Ancak oluşa dönük bir yasadır, yazılımdır. Sonuç olarak da o oluş gerçekleşmiş olur. Şu durumda işbu yazılım dahi alın yazgısı olmayıp kural ve kaidelerdir. Daha önceki geçerli yasalar (kader) bakımından sebep sonuç ilişkisine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ancak ne var ki Allah, kural ve kaideyi dilediği gibice koymaktadır. Yani dilerse sünnetüllahı, yani genel uygulaması olan uygulamayı farklı bir biçime, farklı bir kurala, yani farklı bir sebep ve sonuç bağlantısına kavuşturmaya, bağlamaya, dönüştürmeye de muktedirdir demektir. Allah’ın dilemesi hususuna ise elbet rızamız sonsuz olmalıdır…!
Ele aldığım bu ayetler, öyle sanıldığı gibi “Yazılımların tamamı ta ezelden yazılmıştır.” demek manasına asla gelmez, gelemez. Böyle olursa, kişi ezeli yazılıma zorunlu tutulmuş olur. Böyle bir durum ise insanlarda bulunan iradeye ve içinde bulunduğu sınav ortamın işlev ve işleyişine tamamen ters düşer.
Haşa! Allah’ı zalim noktasına çekmiş olursunuz. Gerçi insan açısından zorunlu hususlar pek çoktur. Buna anlaşılsın diye basit bir örnek vermek gerekirse. “Az yaşa çok yaşa, ölüm elbet gelir başa” özdeyişini örnek vermek isterim.Konuyu daha da açıklığa kavuşturmak gerekirse:
Allah güneşi her gün doğudan doğdurmaktadır. Dilerse bu kuralını değiştirip bir başka yönden doğdurmaya da muktedirdir. Böyle bir işi yapmazdan önce ise bunun yazılımını bizatihi sadece kendisinin yapabilir olduğunu, bunun ilminin kendisinde mevcut bulunduğunu ve de dilediğini yaptığını beyan ve ilan etmektedir.
Tabiat kanunları anlamındaki bir yazılımı insanlar yapmaya muktedir olamamaktadır. İnsanlar bilimsel çalışmalarla bu işin gerektirdiği ilmi buldu ve yaptı diyelim. O zaman da şunu anlamalıyız.
“Demek ki, bu ilmi Allah insanlara bahşetmiştir. Bu bahşedişin yazılımını yapmıştır. Dolayısıyla bu da Allah’tandır.” diyeceğiz.
Dolayısıyla bu konunun dahi kaderini, yani ilk yazılımını yapanın nihayet O, yani Allah olduğunu kabul etmek durumunda olacağız. Bu ise bizim O’na olan inancımızı daha da pekiştirecektir. Bu konu böyle anlaşılmalıdır. Nitekim Allah’ın yaratma ve olaylara dahletmekte sürekli olmasının doğal sonucu budur. Konuyu şöyle örneklememiz de mümkündür:
Bir ceninin anne rahmine düşeceği planlandıktan sonra yada rahme düştükten sonra, o insanın planı yani yazılımı yapılır. O insan işbu yazılıma yani istidadına uygun olarak, fıtrat üzere doğar. Yaşamını sürdürür. Yaşamını sürdürürken de yeteneklerinin gücüyle kayıtlıdır, sınırlıdır. Lakin kendisine bazı görevler düşmektedir.
Bunlar kısaca; kul olmanın, insan olmanın gerekleridir. İnsan bu kul olma işini mutlak bir şekilde yerine getirmeye, yaşamaya adeta mecburdur, mahkumdur. Çünkü bu noktada C.Allah’ın, Rahman sıfatı tecelli eder.!
Artık kul yani insan; “Ben yok olacağım.”,demek anlamında; “Hadi canım sen de… Ben oynaşmıyorum… Ne haliniz varsa görün.” falan diyemez. Genel ve asli manasıyla yer yüzündeki Allah’ın halifeliği ve ibadet edicisi görevini illa bir şekilde yerine getirmeye mecbur kalır. Allah’ın Rahman sıfatı, insanı bu zorunluluk içinde bırakır.
İnsan, Cenabı Allah’ın maksat ve muradını gerçekleştirmede eylemleriyle katkıda bulunmaya yukarıda anlattığımız üzere, zorunlu tutulmuştur. Çünkü insan olumlu yada olumsuz ne yaparsa yapsın, her davranışı genel anlamda onun ibadetidir.Kul / insan işte bu davranışları şöyle yada böyle yapmak zorunda kalır.
C. Allah’ın: ”Ben insanları sırf bana ibadet etsinler diye yarattım.” demesinin manası da tam olarak işte budur. Başka bir şey değil.
Kulun her eyleminin ibadet demek olması anlamdaki ibadeti yapmaya herkes zaten zorunludur. Burada bir zorunluluk vardır. Ve bu zorunluluk C.Allah’ın Rahman sıfatının gereğidir.
Yukarıda da dediğimiz gibi kul, öyle oynaşmamazlık falan edemez. O kul hem oynaşır, hem de öteye bile gider.
Şu kadar ki: Bazen istediği gibi, bazen de kendisinden üst iradelerin istediği gibi oynaşmak zorunda kalır.
Bu açıklamamızı da nazara alarak düşününüz ki; işte bu noktadan sonra, C. Allah; kul kulluğunu icra ederken, öncelikle fiili duasına, bedduasına yani her türlü eylem ve işleriyle iradesine, sarıldığı sebeplere, yaptığı hatalara neticeler bağlar. Yani bu saydıklarımıza uygun yazılım ve oluşlar gerçekleştirir.
Pek tabidir ki,oluşların meydana gelmesi noktasında sadece bir fert olarak o kulun değil, sair kulların, toplumun, doğanın ve nihayet ilahi külli iradenin çalışması aynı anda gerçekleşir.
Böylece diğer üst iradeler kulun ferdi iradesine tesir eder. Tüm bu anlatılanların sonucuna göre düşünelim:
Kul kendi alnına tabancayı dayar, tetiği çekerse, kurşun beynini parçalar. Bu yazılım yani kural bellidir, önceden konulmuştur. Lakin bu kural böyle olduğu halde, kul bahsini ettiğimiz yönde irade koyarsa Allah da aynı yönde irade buyurursa hemencecik konu kişiye özel bir yazılım yapar. O kişinin beyni parçalanmak suretiyle ölümü gerçekleşir. Çünkü Allah için yazılım ve oluş “Ol…!” demeklik kadar bir şeydir. Ve de netice hemencecik oluverir. Bu husus Kuran’ın muhtelif ayetlerinde de açıkça belirtilmektedir.
Durum böyle olmasa idi, Allah’ın ben “Ol, deyince hemen oluverir!“ (Kün fe-yekun) demekliğine lüzum kalmazdı. Ezelden demişliğiyle işi bitirmiş olurdu vesselam.
Ancak realite, Cenabı Allah’ın bir son “Ol!” demekliğine muhtaçtır. Burada anlaşılması gereken şudur ki:
Her oluşun özel yazılımı vardır. Bu yazılım C.Allah tarafından yapılmaktadır. Her an diri olup, yaratma halinde bulunmasının oluşlara dahletmesinin izahı budur. Başkaca izah insanı çelişkiye götürür. Hem de yanlış olur. Ayrıca kaderi alın yazgısını içerir biçimde anlamak, konuyu anlaşılmaz ve çelişkili kılar. Kısaca demek gerekirse:
Oluşların yazılımı, oluştan önce ve Allah tarafından yapılır. Olay, yani örneğimizdeki ölüm gerçekleşir. Söz temsil; o kulun ilk yaratılıştaki yaşam programı diyelim ki 80 yıldır. Ama başına kurşun sıkma iradesine bağlanan yeni yazılım sonucunda, önceki yazılımdaki 80 yıllık ömür iptal edilir. Temsil, onun yerine; 32 yıla düşürülmüş bir ömür olmuş olur.
Bu son neticeden ise, irade ve eylemin sahibi konumundaki kul sorumlu olur. Nitekim Allah, onun irade ve eylemine bağlamıştır sonucu! Ha keza sigara ve içki içenler, sağlığına dikkat etmeyenler vs. durumda olanlar için de durum böyledir.
Kişinin kaderi, yani kural önceden belirleniktir! Sigara ve içki ömrü kısaltır. Muhtelif hastalıklara neden olur! Her sebebin zorunlu bir sonucu vardır. İşin kaderi ve kuralı budur! Eğer bunları içersen, işin bu kaderi seni başkalarından ayrık tutmaz. Ömrün kısalır ve ölürsün. Yaptığın sebebe önceden bağlanmış olan sonucu alırsın. İşte kader böyle çalışır. Bu konu böyle anlaşılır!
Yoksa benim kaderim; “Çatıdan atlayarak, yada beynime kurşun sıkarak, yahut sigara veya içki içerek ölmekmiş…” diye anlaşılmaz… Böyle bir anlayış kesinlikle yanlıştır. Üstelik tek cepheden değil, bir çok cepheden yanlıştır. Lütfen bahse konu cepheler üzerinde biraz düşününüz!
Kadere, yani yasa, yazılım ve kurala uyulur; sonucuna da zorunlu olarak boyun eğilir… İşin kaderi ve kuralı belli olduğuna göre, ne yaparsan yap kader ona göre sonuç icra eder. Dolayısıyla sen ne yaparsan yap, o yaptığın eylemin kaderi ne ise ona tabi olmuş olursun. Kaderi tam olarak böyle anlamalısın..! Af, koruma, iptal gibi yazılımlar ise işin istisnasıdır. Ancak bu istisnalar dahi yazılıma, kurala bağlanmıştır. Yani onlar dahi kaderdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder