28 Ocak 2012 Cumartesi

B- Tövbe:

            B- Tövbe:
           
            Yukarıdaki açıklamalardan sonra, dua konusundaki madalyonunun biraz da  arka yüzüne bakmak arzusundayım.  Bu arka yüz işin tövbe boyutudur. Tövbe için getireceğim ilk tanım onun kalbi bir nedamet, yani pişmanlık olduğu şeklinde olacaktır.
Tövbenin irade, niyet, eylem ve kader boyutu ile olan bağlantısı da aynı fiili ve sözlü duadaki gibidir. Tövbe de aynı dua gibi fiili tövbe ve sözlü tövbe şeklinde ayrımlanır. Bu ayrım da iyi bilinmek, ona göre davranılmak zarureti vardır. Yani hem fiili hem de sözlü olarak yapılır.
              İşin fiili boyutu: Yaptığı hatalardan pişman olmak, ders almak, bir daha yapmamak değil, yapmamaya çalışmaktır. Yani kötülük ve günahlardan kaçınmak şeklinde tezahür eder. Kalp katılığından ve böbürlenmekten arınmayı gerektirir. Menfi ve yanlış yani hatai eylemlerden mümkün mertebe kaçınmaktır.
             Sözlü olanı ise: Bir af dileyiştir. O af dileyiş bir nevi duadır. O da bir istektir. Eksi olan, yani negatif bir durumun, bir şeyin kapatılmasıdır. Bunun sözlü olarak istenmesi halidir.
 Tövbeyi duaya benzerliği noktasından irdelemek gerekirse; diyelim ki biraz önceki duamız artı bir şey istemek idi. Tövbedeki durum ise, eksiyi ve eksiği kapatmaktır. Amaç böyledir. Durum bu olunca bu dahi bir nevi artı anlam taşır. Yani tövbe de ister fiili, ister sözlü olsun duanın bir türüdür. Elzem ve gereklidir. Hatta tövbe biçiminde tezahür eden dua, bizler için, pozitif anlamdaki duadan daha önemlidir, daha da gereklidir.
             Çünkü insan ne yapsa, ne etse, illa hata yapar. Ölünceye dek de bu hata yapma halini sürdürür. Çünkü yaratılışı böyledir. İnsanın üstünlüğü, hatasını ve dolayısıyla aczini görmesindedir. Yoksa bir insanın büyüklenmesi en büyük küçüklüktür. En büyük zaaftır, yani gerçek zaaf odur. Allah’ın en sevmediği haldir. Nitekim büyüklenen insanı bizler de sevmemekteyiz.
 Burada bir hatırlatma yapalım ki; biraz sonra irdeleyecek olduğumuz “Şeytan Adlı Virüssel Yazılım’dan” etkilenen insan ve cinler, bahsini ettiğimiz bu büyüklenme hastalığına yakalanırlar.
Nitekim cin ve insanın cennetten çıkarılma nedeni, işte “şeytan adlı bu virüssel programın” tesirine girmiş ve o tesire uyumlu eylemler sergilemiş olmalarıdır.
             İnsanın kendi aczini bilmesi, gerçek bir zaaf ve acz olmayıp, en büyük bir erdemdir. Hem de bu acziyette büyük bir kuvvet vardır. Çünkü bu tür acziyet hali evvela C. Allah’ın, sonra tüm evrenin, nihayet tüm insanlığın ve insanların merhamet, hak ve adalet duygularıyla vasıflarını az yada çok ayağa kaldırır. Celp ve cezp eder. Kendine çağırır. Kendine doğru çeker. Örneğin tüyü bile bitmedik bir yavruya bakan kuş, ağlayan çocuğa meme veren anne, zulme uğrayan insanlara uzanan yardım elleri…
             O yüzden insanın aczini ve zaafını bilip sürekli tövbekar olması çok önemlidir. Bu biliş C. Allah’ın merhametini kişinin kendisine doğru celp ve cezbedir. Ayrıca bizi O’na yaklaştırır. Ruhumuzu yüceltir. Bunları asla unutmayalım. Tövbe ve elzemliğinin bir başka yönüne daha işaret edelim ki o da şu yöndür:
İster fiili, ister sözlü olsun, tövbe insanın temizlenmesine sebeptir. Aynen çamaşırlarımızı veya vücudumuzu temizleyişimize benzer. Mesela:
             Ne kadar da itina gösterirsek gösterelim, çamaşırımız da vücudumuz da illa kirlenir. Bunlar yıkanmak gerekir. İşte bu noktada tövbe, bir çamaşır makinesi yada evdeki banyoya benzer. Bu makine ve banyo bizlere çok elzem birer araçtırlar. Çamaşırlarımızla vücudumuzun kirlenmemesi mümkün değildir. Şu kadar ki çok itina gösterirsek geç, itina göstermezsek erken kirlenir. Hepsi bu kadardır. Ama illa kirlenir. İş bunun gibidir. Dolayısıyla tövbe bize en büyük bir ihtiyaçtır. Şu halde evimizde, günümüz şartlarına uygun bir çamaşır makinesi ile bir banyo mutlaka bulunmalıdır.!
            İşin bu noktasında; “önerdiğimiz çamaşır makinesi ve banyoyu elimizin altında yani evlerimizde bulundurmazsak ne olur?” sorusana cevap arayalım: Bu sorunun cevabı size basit gibi gelebilir, lakin pek basit değildir.
            Evvela şunu hatırlayalım ki temizliğine dikkat eden her insan, kirden ve pislikten rahatsız olur. Müspet ibadet yapmaya gayretli bir insanın günah işlemesi hali de böyledir. Derhal temizlik yapma, yani tövbe yoluna gider. Çünkü; yukarıda da değindiğimiz gibi tövbe, günah kirini temizleme aracıdır. Tövbenin özü ise evvela bir kalbi pişmanlıktır. Günah kiri, kalbi kirletir. Temizlenmezse zaman içinde kalp kirden görünmez olur. İş daha öteye götürülürse, Allah korusun! O kalp artık iyice katılaşır ve netice olarak mühürlenebilir. Kalbi mühürlenen bir insanı ise ebedi bir bedbahtlık bekler.
             Kalbi çok kirlenen bir insan, artık kirden pastan fazla rahatsız olmaz. Hatta giderayak onlardan zevk almaya başlar. Yani günahlardan zevk almaya başlar. Haramlar ona artık tatlı gelir. Her türlü erdemsizlik ona büyük bir zevk verir. Bir insan eğer haramlardan az da olsa lezzet almaya başlamışsa kendisine dikkat etmelidir. Çünkü kalbinin mühürlenmesine doğru hızla kaymaya her an başlayabilir. Kendisini tehlikede görmelidir. Kendisini haramın lezzetine kaptırmamalıdır. O yüzden ortaya güçlü bir tövbe iradesi koymalıdır. Sorunu çözebilmek için Allah’tan büyük bir iştiyakla yardım da dilemelidir.
             Haramdan rahatsızlık duyan insanlar bence gönüllerini biraz ferah tutabilirler. Çünkü onların rahatsızlığı zaten bir tövbedir. Rahatsız oluşları aynı zamanda affa uğramışlıklarının dahi bir göstergesidir. Bu yüzden şükredici olmalıdırlar. Şükür ise kuru kuru lafla olmaz. Ancak içten gelen deruni bir şükrü eylemsiz de olsa, boş ve kuru saymamak gerekir. Çünkü bu duygu insanı olumlu eyleme taşımaya vesile olur.
Anlaşılacağı üzere bu türden  rahatsızlıklarından ders çıkarıp aynı hatayı yapmamaya gayret göstermelidirler. Ayrıca o haramın yada o hatanın yerini, ödül kazandırıcı bir kısım eylemle temizleme yoluna gitmelidirler. Yani çamaşır makinesi ve banyolarında sabun, deterjan, ovunma bezi vs. misali bir kısım temizlik araç ve malzemelerini hem bulundurmalı, hem de kullanmalıdırlar.
            Gerek haramdan zevk alma yolundan dönüp artık rahatsız olur hale gelebilmiş olan, gerekse evvelinden beri haramdan rahatsızlık duyan bahtiyar insanlar bile çamaşır makinesi ile banyoyu sıkça kullanmakta devamlı olmalıdırlar… Çünkü hayatımız kirlenme hadisesiyle daima iç içedir. Üstelik daha temiz ve tertipli olmanın güzelliği herkesin malumudur. Temizlenme ameliyesi terk edilirse, yine herkesçe malum olduğu üzere derhal kirler birikir; bizi çarçabuk kirletir!
           Ne mutlu ki Cenabı Allah bizlere, tövbe gibi bir nimet vermiş.! Bunu sıklıkla kullanalım! Üşenmeyelim!
            Hem kirlenmemeye itina göstermek durumunda olalım; hem de sıklıkla çamaşırlarımızı yıkayalım, banyomuzu yapalım. Fakat aşırıya kaçıp bunları da bir hastalık haline getirmeyelim. Her bakımdan dengeli olalım. Bize yakışan yol, orta yoldur; denge yoludur. Bunu unutmayalım. Zıtlıkta birliği kurmayı iyi bilelim. Bu alemdeki denge zıtlıkta oluşur unutmayalım.!

                    ********************

             Burada bir de “dua” denilince milletimize, hep kabir görüntü ve resimleriyle birlenmiş şekilde dua eden kimselerin gösterilmesini şiddetle eleştirdiğimi, bunun bir şirk kapısı, hatta “Atalar Dini’nin” yolu olduğunu sadece belirterek yetineceğim. Konunun detaylarına girmeden belirtmek isterim ki; esası itibariyle dinimizde kabir ziyareti yasaktır. Bu yasağın bir tek istisnası vardır. O da sadece ibret almak, yani ahreti hatırlamak için yapılan ziyarettir. Ayrıca sizleri, kabir konusunda yaptığım kısacık değinmemi de nazara alarak, “dua” denilince aklımıza hep kabir gelmesinin neden ve niçinleri ile bu durumun hangi gerçekleri örtmüş olabileceği üzerinde düşünmeye davet ediyorum.
Atalar Dini: Roma İmparatorluğu’nun belirli bir döneminde vücut bulmuş olan ve insanların kendi geçmişleriyle atalarını yüceltmek ve onlara tapınmak şeklindeki bir dindir.

                    ***********************

             Sözümüzün burasında konuyla olan ilgisi bakımından yaşamaktan ne anlamamız gerektiği üzerinde kısaca duralım:
             Aşağıdaki ayetleri zaman zaman farklı cephelerden ele almışsak da; Bakara Suresi, 200, 201 ve 202. ayetlerini bu konumuz cephesinden de ele alalım. Yani yaşamak, yaşamaktan ne anlamamız gerektiği yönünden. Daha doğrusu dünyaya hangi tür bir yaşamak adına geldiğimiz cephesinden… Yaşamanın sadece dünyaya hasredilip edilemeyeceği, yaşamanın sadece dünya hayatı olup olmadığı, yaşamak sadece dünyadan kâm almak (gezip tozmak, zevk ve sefa sürmek) demek olup olmadığı cephelerinden olmak üzere ayetleri yeniden hatırlayalım.  Bakınız orada C. Allah:
“………… İnsanlardan öyleleri var ki: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver.” derler. Böyle kimselerin ahretten hiç nasibi yoktur.”
            “Onlardan bir kısmı da: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, Ahrette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” derler.”
            “İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. Allah’ın hesabı çok süratlidir …….” buyurmaktadır.
           Bir insanın ana görevi kendisini erdem yönünde yüceltmek ve geliştirmektir. Gelişen bir insanın ölmekle yok olup gideceğini varsaymak akıl dışıdır. Ayrıca bu yok olup gidiş ekonomi biliminin verilerine de aykırıdır. İnsan bu alemdeki hayatı sadece dünyaya, yani gelip geçici olana dönük olmamalıdır. Bu hayat gelip geçicidir. Dünya denilen vasıf da gelip geçici demektir. Bunları yukarıda elimizden geldiğince açıklamaya çalışmıştık.
Akıllı bir adam kalıcı şeyler ister kendine; akılsız bir adam da sonu olmayan, sonuçsuz şeyler ister… Ben, “Akıllı olalım!” diyorum. Gerisi sizlerin bileceği bir iştir! Ancak ben buraya, Bakara Suresi, 155. ayeti tekrar ekleyeceğim!  Bakın C. Allah’ın orada;
            “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!”  buyurduğunu hatırlatarak sizlere;
            “Bu dünya bir sınav salonundan ibarettir. Gelip geçicidir. Streslidir. Sefası cefası çoktur. Az yaşa, çok yaşa, ölüm elbet gelir başa… Ve son an, bir an gibi olur. Ve her zaman için ebet (ebediyetin sonu) bile dünden yakın olur. Ne yaparsan yap, neye sahip olursan ol, yine bu ana kurallar değişmez. Bunu böyle bilelim; ahreti ve ölümü unutmayalım. Durumla barışalım, barışık yani İslam olalım. Zaten İslam’ın ana anlamının da sulh, barış demek olduğunu bilelim. Ölüm ise en büyük nasihattir; onu sıklıkla hatırlayalım. Ölümü hatırdan çıkarıp da kendimizi bu nasihatten mahrum bırakmayalım. Bunları asla unutmayalım.” diyeceğim! Artık daha fazla bir açıklama yapmayacağım; sadece;
 “Bu alemdeki varlık nedenimiz, boş bir oyun ve eğlence değildir…! Öyleyse hedefimiz sadece bu gelip geçici dünyasal nimetleri elde etmek olmamalıdır. İnsan zorunlu bir ahret yolcusudur. Yukarıda da söylediğim gibi yarın ebet bile olsa bize dünden çok daha yakındır.” diyerek bu faslı şimdilik kapatacağım.
Buradan hareketle, “Sakın ola heva ve heveslerimize uyup da dünya sınav sorusunun çeldirici cevabına kanmayalım; dolayısıyla sınavımızda cevap olarak, çeldirici (şeytani ve nefsani) şıkkı işaretlemeyelim.” Diyeceğim. Şimdi ise kısaca dünyasal sınav salonunun şartları ve soruların mahiyetinden bahsedeceğim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder