B-“Hayır ve Şer Allah’tandır.” Demek
Ne Anlama Gelir?
Geldiğimiz bu noktada artık: Hayrı da, şerri de, her şeyi yaratanın Allah olduğu, nasıl yarattığı, bu yaratışı nasıl anlamamız gerektiği daha bir aydınlığa çıkmış oldu.
Bu konudaki birazcık bir aydınlanma bile, önümüzü ziyadesiyle aydınlatır. Ben şimdilik bu konuya sadece işaret ediyorum. Şimdilik ortaya sadece birkaç düşünce koymak istiyorum.
Bu aşamada sizleri konu üzerinde detaylı düşünme ve anlamaya çağırıyorum! Gereğini sizlere bırakıyorum, öneriyorum. Elbet sizler de açıklamalarımız ve kendi bilgilerinizle birazcık düşünürseniz, bu hususu açıklayıcı nice fikirler ortaya koyarsınız.
Demek ki kul, kendisine tevdi-i edilen: Halifelik, yani kulluk görevi gereği, yine kendisine bahşedilen nimetlerden birisi olan iradesini mutlaka kullanır. Kullanmak zorunda kalır. Ama bu kullanma, kulun kendi seçimiyle olur. Her durumu,yani ne yapıp etse mutlaka bir seçim yapmış olur. Seçmeden yapamaz. İlla seçer. Yatsa da seçiştir, kalksa da… İyi yapsa da seçiştir, kötü yapsa da… Ne yaparsa yapsın, illa ki bir seçiştir… Seçiş yapmak da zorunludur. Bu hal insanın Allah’a halife yani kul ve ibadet edici olmasının gereğidir.
Tekrar edeyim ki; kulluk, halifelik ve ibadet bu anlamda illa zorunludur. C.Allah’ın bizleri sırf kendisine ibadet etsin diye yaratmasının anlamı budur. İnsanın Allah’a yeryüzünde halife olmasının gereği de budur.
Dikkat edilirse insan Allah’a, sadece yeryüzünde halifedir. Yoksa Ahret için halife değildir. Bu konu böyledir. Ancak üzerinde durulmayan, düşünülmeyen bir konudur. Bu konu, yani insanın Allah’a sadece yeryüzünde halife olması, ama Ahrette halife olmaması konusu çok önemlidir. Üzerinde derin derin düşünülüp kafa yorulması gereken bir konudur.
Ben bu noktadan sonra yeniden kendi konuma dönüyorum: Ancak bizler, bu yukarıda bahsettiğim zorunlu seçiş işini, bizdeki irade vs. nimetler olduğu için hem yaparız, hem de yapmak zorunda kalırız. Ayrıca da o nimetler sayesinde ve o nimetler yardımıyla yaparız. O nimetler olmamış olsa yapamayız. İşte bu olgu, oluş ve yaratılış biçimimiz bizi illa seçiş yapmak zorunda bırakır. Fakat zorunlu olmayan husus, neyi seçeceğimiz hakkındadır. Çoğu kez, bizi aşan iradeler olmadıkça, dilediğimizi seçeriz. İnsan seçiş yapmak hususunda mecbur olmakla birlikte, dilediğini seçmek hususunda özgürdür. Durum bu olduğuna göre, artık bu noktada herhangi bir şeyi seçer. Ama illaki seçer! Fakat bir defa seçtikten sonra artık, sayısız sayıdaki başka alternatifleri terk etmiş olur.
Af ve iptal gibi başkaca bir kısım istisnalar hariç, genellikle yaptığı seçişlerin dönüşü olmaz. Hatta “Dönüşü olmaz.” demek daha mümkündür. İlla her seçiş farklı ve yeni bir sonuç doğurur . Bu durum ise, sebep sonuç bağıntısı, yani bir başka ifadeyle; tez, antitez ve sentez zinciri şeklinde akıp gider. Dolayısıyla bütün seçişlerimize zorunlu bir sonuç bağlanmış olur. Bu sonucu bağlayan ise Allah’tır. “Allah bu sonuçları nasıl yada ne şekilde bağlamıştır?” diye soracak olursak:
“Yukarıdan beri anlata geldiğimiz kader, yani yasa, yazılım, ölçü ve ayar ile yapmaktadır.” deriz.
Tabii ki Allah’ın sebeplere bağladığı olağan sonucun, yani zorunlu yasal sonucun dışında başka sonuçlar bağlama gücü ve ilmi vardır. Fakat bunu genellikle yapmaz. Bunu yapmasına bizler “mucize, olağanüstülük” deriz. Bu durumda seçiş bizden, sonuç ise Allah’tan olmuş olur. Hayrı oluşturacak bir eylemi yaparsak hayırlı bir sonuç, şerri oluşturacak bir eylemi yaparsak şerli bir sonuç elde etmiş oluruz.
Ancak, yukarıda andığımız sebep sonuç bağıntı yasasını, yani yasasını koyan Allah olduğu içindir ki: “bunları Allah yaratmış, yaratıyor.” demek olur. Yoksa Allah bize, eylemi seçme özgürlüğü vermiş, neticesini de gerek dinsel, gerek bilimsel ve gerekse tabii doğal ayet ve yasalarla bizlere göstermiştir. Neyi seçmişsek, işin yasası gereği yaratış, yani sonuç bizim konu seçişimize göre olacaktır. Yani seçtiğimiz şeyin sonucu ne ise o oluşacak demektir. Burada sebep-sonuç bağıntı yasası çalışır. Allah bir başka şey murat etmedikçe, işin kaderi gereği o sebebe önceden bağlanmış olan neticeler husule gelir. Bu bir zorunluluktur. İşte bu zorunluluktur ki, bize: “Hayrı da şerri de Allah yaratır.” dedirtir.
Ancak oluş ve olguların meydana gelebilmesi için, C.Allah tarafından ortaya konulan kader, yani yasaların varlığı yetmez! Nihai onay C. Allah tarafından oluşturulmalı, takdir buyurulmalı, böylece bu onay ve takdir Levh-i Mahfuza “ol” emriyle düşmeli (yazılmalı ) ki, sonuç ortaya çıkabilsin. Olay hemencecik oluversin! İşte işin olmazsa olmazı budur. Nihai onay mercii, külli iradenin sahibi olan Cenabı Allah’tır. O, “Ol..!” emrini vermedikçe hiçbir şey olamaz. ”Ol…!” emrini verince de kimse olacağı engelleyemez. Ancak bu emir de bir tür kader, program, yasa, yazgı ve yazılımdır. Ne var ki, bu “Ol..!” yazılımı ezeli olmayıp sonradandır.
Buraya şunu da eklemeliyiz ki: Allah kurduğu düzeni başıboş bırakmış değildir. Sürekli olarak kontrolü ve külli iradesi altında tutmaktadır. Evrene yeni - yeni yaratışlarla müdahale etmektedir. Allah’ın bu müdahalesi, yani yeni yaratışları, işin evveli için, yani işin öncesinin doğuracağı zorunlu sonuç açısından bir tür iptal sayılabilir. Nihayet yukarıda, özellikle ve öncelikle C. Allah’ın affı başta olmak üzere her türlü affın da iptal konumunda değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz.
Ayrıca kulun menfi,negatif bir ibadetine karşılık gelebilecek olan herhangi bir müspet, pozitif ibadet yapmış olması hali de iptal neticesini oluşturabilir. Davranışlarımızı bunun dahi bilincinde olarak sergilemeliyiz!
Burada önemli bir konu daha var. O da; Allah dilerse, hem iradelerimize, hem de iradelerimizin sonuçlarına müdahale eder...! Bu husus O’nun mülke olan mutlak hakimiyet ve yönetiminin gereğidir. Mutlak hakim, yani mutlak yargılayıcı O’dur…! Durum bu olduğuna göre O yargılanamaz! Tabiatçıların “Tabiat yargılanamaz.” dedikleri olgu aslında budur!
Seçişlerimiz C.Allah tarafından engellenmez yada sonuçları bakımından affa veya herhangi bir iptale uğratılmazsa, yaptığımız seçişlerimizin sonuçlarına katlanmak durumunda kalırız. Böylece insan, olumlu olumsuz her şeyi kendi kazanmış, Allah kimseye zulmetmemiş olur. İşin bu noktadan bakınca, tövbe ve duanın önemi ortaya çıkmış olur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder